Wikipedia

Arama sonuçları

28 Ağustos 2017 Pazartesi

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI
 ÖZET
 Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam eden Arap Baharı’nın ve akabinde Suriye İç Savaşının İnsan Haklarına olumsuz etkileri incelenecektir. Suriye 2011 yılında Arap Baharı gösterilerinde halkı yatıştırmak yerine şiddet kullanarak gösterileri bastırma yolunu seçmiş bu da halkın tepkisine ve olayların yayılıp büyümesine sebep olmuştur. Beşar Esed olayların büyümesini engelleyebilmek için bir takım yenilikler çıkartmış fakat yeterli olmamıştır. Gösteriler büyüyerek çatışma haline almış ve ülke iç savaşa doğru sürüklenmiştir. İç savaş büyük devletlerinde katılımıyla hız kesmeden hala devam etmektedir. Suriye devam eden iç savaş yüzünden ülkesi paramparça olmuş ve halkı mülteci olarak diğer ülkelere göç etmiştir. Bundan en çok etkilenen ülke Türkiye olmuştur.
 Anahtar Kelimeler: Arap Baharı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, IŞID, Terörizm, Göçler
 ABSTRACT
 This article will also examine the negative effects of the Arab Spring, which started in Syria in 2011 and continues as much as the day before, and then on the Human Rights of the Syrian Civil War. In 2011, the Syrian Arab demonstrations have chosen the path of repression instead of using violence to appease the public in the Spring Show which has led to the growth and spread of the incident response of the people. Bashar al-Assad has made some innovations in order to prevent the growth of events but it is not enough. The demonstrations grew into clashes and the country was dragged into civil war. The civil war continues without slowing down with the participation of the great states. Syria has been shattered by the ongoing civil war, and the people have migrated to other countries as refugees. The most affected country is Turkey.
Key words: Arab Spring, Universal Declaration of Human Rights, ISID, Terrorism, Migrations
 GİRİŞ
 İnsan hakları deyince aklımıza eşitlik ve özgürlük gibi kavramlar gelmektedir. İnsan doğuştan özgürlük ve tüm insanlar arasında ki eşitlik kavramlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 1. Maddesinde yazan insanın en temel haklarıdır. Bu haklar, insanın doğuştan var olan hakları olduğu için dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez ve değişmezdir. İnsan haklarını pozitif statü hakkı, negatif statü hakkı ve aktif statü hakkı olarak üç bölüme ayırabiliriz. Negatif statü bireyin özgürlük alanını yani kişi haklarını, pozitif statü hakkı devletten bazı hizmetlerde bulunmasını istemesi yani sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerini, aktif statü hakkı ise bireye siyasal hayata katılma ve söz sahibi olma yetkisini verir. Bu hakların sağlanması ve korunması devletin bir görevidir. Tarihe baktığımızda her dönemde insan hakları ihlallerinin olduğunu görmekteyiz. Günümüzde de insan hakları ihlalleri sıkça yapılmakta ve insanlar bu konuda mağdur olmaktadır. Suriye’de süren iç savaş neticesinde milyonlarca insan göç etmeye zorlanmış ve binlercesi Suriye topraklarında ölmüştür. En temel insan hakkı olan yaşama hakkı Suriye devleti tarafından korunamamaktadır. Kendi halkının can ve mal güvenliğini koruyamayan devletin meşruluğu düşünülemez. Suriye’de Arap baharı sonrası meydana gelen iç savaş ve daha sonrasında terör olaylarının tırmanması devletin bunlara önlem almasındaki sert müdahaleler kendi halkının haklarını hiçe saymaktadır. Olaylara karışanları en ağır şekilde cezalandırılması ve kendi halkını bombalaması Suriye’de ciddi bir insan hakları ihlali olduğunu göstermektedir. Konuyu daha iyi anlayabilmek için önce İnsan haklarının tarihsel sürecine değinilecek ve daha sonra Suriye’de Arap Bahar’ından sonra meydana gelen insan hakları ihlalleri anlatılacaktır. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL SÜRECİ İnsan hakları ilk olarak eski Yunan devletlerinde görüldü. Yunan şehir devletlerinde vatandaşların bir araya toplanıp kanun yapma, savaş ve barışa karar vermek gibi siyasal haklara sahip olarak devlet yönetiminde söz sahibi olmalarına rağmen bireysel kişi haklarında bu kadar serbest değillerdi. Fakat bu dönemde Hellenistik evrede Stoa’cılar özgürlük kavramını kişinin iç dünyasıyla ilgili sorunudur diye tanımlamaktadırlar. Stoa düşüncesi ile insanlar birbirleriyle eşit olduğunu benimsemiş ve insanlığın bağımsızlığını ve köleliği yasaklayan ilk düşünce olarak Stoisizim ortaya çıkmıştır. Yunanlılar ve Romalılar devletin insan için, olması düşüncesini ön plana çıkararak devletin gücünün sınırlandırılamayacağını öne sürmüşlerdir. Bu durumdan devletin bekasının her şeyin üstünde olduğu kanısı çıkmaktadır. Bu dönemde insan haklarından bahsetmek doğru olmaz. Monarşilerin ve Kilisenin güçlü olduğu ortaçağda toplum; köleler, köylüler, serbest meslek sahipleri, feodal beyler, soylular ve kilise mensuplarından meydana gelmekteydi. Bu dönemin ilk çağdan farkı kilisenin ortaya çıkmasıdır. İlkçağda insanın özgürlük alanını kısıtlayan faktör Devlet iken Orta Çağda Kilisenin de bu konuda etkili olduğunu görmekteyiz. 13. Yüzyılda, İngiltere’de 1215 tarihinde “Magna Carta Libertatum” ile İngiliz halkının kişi güvenliği ve mallarının güvenliği Kral’a karşı güvence altına alınmıştır. Bu bildirge ile Kral’ın hakları azaltılmıştır. Magna Carta sözleşmesi günümüz insan hakları kaynaklarının yapı taşı niteliğindedir. Bu dönemde Avrupa’da, Kilisenin büyük etkinliği vardı. Halk fakir ve aç iken Kilise iyice zenginleşmişti. Krallar bu dönemde dine önem vermişler ve kilisenin güçlenmesine göz yummuşlardı. Rönesans ve Reform hareketleriyle beraber Avrupa Yeni Çağ’a girmiş ve Kilisenin etkisi azalmaya başlamıştır. Yine İngiltere’de Kral Charles’in Magna Carta hükümleri dışında hareket etmesiyle parlamento ile Kral arasında mücadele başlamış ve neticesinde 1628 yılında Petition Of Right adı verilen haklar bildirgesini Kral imzalamak zorunda kalmıştır. Bu bildirge ile kimsenin savunması alınmadan tutuklanmaması, öldürülmemesi, sakat bırakılmaması ve hapse mahkum edilmemesi teminat altına alınmıştır. İngiltere’de diğer bir insan hakları bildirgesi ise Latince anlamı “bedenine sahipsin” olan Habeas Corpus Yasasıdır. Anlaşma 1679 yılında imzalanmıştır. Bugün bile Habeas Corpus denildiğinde gözaltına alınan kişinin hakim karşısına çıkarılma hakkı gelmektedir. 1689 yılında imzalanan Bill of Rights (Haklar Bildirisi/ Yasası) ile parlamento güçlenmeye başlamış ve Kralın yetkileri azaltılmıştır. İngiltere’de meydana gelen bu bildirgeler Kralın etkinliğini azaltsa da tüm halklara getirdiği haklar bakımından olumlu sonuçları olmuştur. Yeniçağ döneminde temel hak ve özgürlüklerle devlet otoritesi arasındaki çatışma devlet yönetiminin insan haklarına saygı duyulması konusunda yapılmış ve Kral’dan bir takım temel hak ve özgürlükler talep edilmiştir. Kral bu hakları kabul etmemesi durumunda halkın karşı koyma hakkına sahip olduğu görüşü savunulmuştur. 1776 yılında Amerika’da Virginia Haklar Bildirisi hazırlanmıştır. Bu bildiri içerdiği maddeler gereği tüm insanlığı kapsamaktadır. Bildirinin 1.maddesinde bütün insanları doğuştan eşit, hür ve bağımsız olarak nitelemektedir. Diğer maddelerinde de yönetimin gücünü halktan alması, keyfi arama ve yakalamanın yasaklanması, adil yargılamanın olması, serbest seçim ve basın özgürlüğüne yer vermesi bakımından önemlidir. 4 Temmuz 1776 yılında bağımsızlığını ilan eden koloniler, Bağımsızlık Bildirisinde Virginia haklar Bildirisine atıfta bulunmuştur. Bu dönemde Hobbes, Locke ve Rousseau’nun ortaya koyduğu toplum sözleşmesi kuramlarında ortak olan yön halkın can ve mal güvenliğinin devlet tarafından güvence altına alınmasıdır. Bu üç düşünürün fikirleri yönetim anlayışı bakımından çelişmektedir. Thomas Hobbes’a göre toplum sözleşmesi insanlar ile güvenli ve barış içinde bir yaşam sağlamak amacıyla yapılmıştır. Hobbes Bu sözleşmeyi sağlayabilecek sınırsız yetkilerle donatılmış bir hükümdar olması gerektiğini savunmaktadır. Hobbes o dönemde güçlü bir mutlak monarşinin olmasının daha güvenli bir ortamda yaşanacağını savunmaktadır. Rousseau ise Hobbes’un kuramından farklı olarak yönetimi krala devretmektense, egemenliğin millete devredilmesinin daha düzgün bir yönetim anlayışının olduğunu savunmaktaydı. Fransız devrimine de ilham kaynağı olmuştur. John Locke ise devletin sadece halkının can ve mal güvenliğini sağlanması ve hak ve özgürlükleri korumakla sınırlı bir devlet yönetimi öngörmüştür. Bu görüş insan hakları ile ilgili gelişmeleri önemli ölçüde etkilemiştir. Üç düşünür kendi dönemlerine ait toplum sözleşmelerini açıklamaya çalışmışlar ve toplumları etkilemişlerdir. Günümüzün modern devletlerinin toplum sözleşmeleri ise anayasalarıdır. 16 ve 17. Yüzyıllarda özellikle Avrupa’da meydan gelen bilimsel ve siyasal düşüncenin gelişmesi birçok yeniliklerin artmasına Sanayi Devrimi ile beraber ekonomik faaliyetlerin yükselmesine sebep olmuştur. Sanayi Devrimi’nin koşulları insan haklarının gelişmesine yol açmıştır. Fransız ihtilali ile Yeni Çağ sona ermiş Yakın Çağ başlamıştır. Fransız İnsan ve Vatandaş hakları Bildirgesi on dokuz maddeden oluşmaktadır. Bu bildirinin amacı ayrıcalıkları kaldırılarak, eşitlikçi ve demokratik bir düzen kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde de ilk madde olarak bütün insanların özgür ve eşit haklara sahip olarak dünyaya geldiğini ve o şekilde yaşadığını söylemektedir. Bütün bildirilerde tüm dünya insanlarının doğuştan gelen haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini ve devletlerin bu hakları koruması gerektiğinden bahsedilmektedir. 20. yüzyılın başlarında insan hakları ile ilgili çalışma görülmemiştir. 1945 yılında İkinci Dünya Savaşının bitmesi birçok kaybın meydana gelmesi ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi amacıyla Uluslararası örgüt kurma gereksinimi ihtiyacı duyulmuştur. Devletlerin iç meselesi gibi gözüken konular Uluslararası platforma taşınmıştır. Birleşmiş Milletler 2. Dünya Savaşının yıkımlarının bir daha yaşanmaması ve ülkelerin bir daha sıcak çatışmaya girmelerini engellemek için 26 Haziran 1945’te 50 devlet tarafından imzalanarak Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Şuan BM de 191 üye devlet bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 10 Aralık 1948 yılında 48 devletin olumlu 8 devletin çekimser oyuyla kabul etmiştir. İEHB bütün insanların haklarını ve onurunu koruyan ve evrensel değerler içeren bir belgedir. 30 maddeden oluşan Bildiri’nin ön sözünde insan haklarının evrensel niteliği vurgulanmıştır. Bildirinin bu denli hızla yayılmasının sebebi 2. Dünya Savaşında meydana gelen insan hakları ihlalleridir. İkinci Dünya Savaşında milyonlarca insan ölmüş ve insanlar türlü işkencelerle maruz kalmıştır. Nazi Almanya’sı iki savaş arası dönemde Alman olmayanlara karşı soykırım faaliyetlerinde bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi savaş sonrasında yaşanan büyük acıların tekrardan yaşanmaması için yapılmış ve yaptırım gücü olan bir belgedir. Roma’da imzalanan AİHS on devletin onaylamasıyla 3 Eylül 1953’te yürürlüğe girmiştir. Türkiye 10 Mart 1954’te sözleşmeyi onaylayarak imzalamıştır. AİHS içerik bakımından İEHB’den daha dar bir kapsamda yazılmıştır. AİHS insan haklarının korunması amacıyla Sözleşmeyi imzalayan devletlere sözleşmede belirtilen temel hak ve özgürlükleri vatandaşlara sağlamak ve korumak hususunda bağlayıcılık yüklemiştir. ARAP BAHARI SONRASINDA SURİYE Arap baharı 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlamış ve bölgedeki dengelerin değişmesine yol açmıştır. Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’ de hükümetler değişirken Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde devlet dışı aktörler bölgenin istikrarını olumsuz etkilemiştir. Irak ve Suriye’de meydana gelen olaylar terör örgütlerinin artmasına ve IŞİD terör örgütünün uluslararası alanda tanınmasına sebep olmuştur. Suriye’nin İnsan haklarına bakış açısına baktığımızda son 40 yıldır aynı aile tarafından yönetilen ve ülkede muhalif partilere karşı yürütülen baskı ve şiddet yüzünden insan haklarının tam anlamıyla uygulandığından bahsedemeyiz. Suriye’nin Uluslararası İnsan Hakları belgelerine üye olmasına rağmen Tadmur Cezaevi ve Hama katliamlarını gerçekleştirmesi insan hakları ihlallerini göstermektedir. Muhaliflerin yanında; Müslüman Kardeşler ve Kürtler yapılan baskılara maruz kalmışlardır. Mart 2011’de başlayan ve kanlı şekilde devam eden Arap Baharının Esed’in ifade ettiği gibi dış güçler tarafından organize edilen terörist eylem olduğunu söylemek tek bir bakış açısıyla doğru olmaz. Bu tepkinin sebebinin 40 yıl süren baskı rejiminin geri dönüşü olduğundan da bahsedilmelidir. Arap Baharı esnasında yapılan gösterilere hükümet şiddet kullanarak bastırması baskı rejiminden bıkan halk bu sefer isyan etmeye akabinde de iç savaş çıkmasına sebep olmuştur. Bu dönemde yapılan gözaltına alınmalar ve tutuklamalar esnasında işkence ve kötü muamele yapılmış. İnsan hakları örgütleri bu ihlalleri kınamışlar fakat etkili olmamıştır. Uluslararası örgütler özellikle BM ve AB yaşanan bu insanlık suçu karşısında somut adımlar atmamakta ve iç savaşın uzun bir süre çözüme kavuşacağı beklenmemektedir. Mart 2011’den bu yana Suriye’de insanlık dramı yaşanmaktadır. Arap Baharı sonrası ülkede meydana gelen şiddet ve ölümler insan haklarının her geçen gün daha da kötüye gitmesine sebep olmaktadır. Suriye’de başlayan bu olaylar neticesinde yoğun şekilde insan hakları ihlalleri ve savaş suçları hala devam etmektedir. Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevi raporlarına göre, Suriye’deki iç savaştan dolayı Arap Baharının başından günümüze kadar ölenlerin sayısı 200 bini aşmış, 6 milyon 500 bin Suriyeli evlerini boşaltarak ülke içinde mülteci durumunda yaşamak zorunda kalmış ve 4 milyon Suriyeli ise ülkelerini terk ederek komşu ülkelere mülteci olarak sığınmışlardır. Aynı zamanda Suriye’de ki iç karışıkların devam etmesi sürecinde 2.7 milyon çocuk okula gidememektedir. Ülke iç savaş yüzünden insani yardıma muhtaç bir hale gelmiştir. SONUÇ Suriye Hafız Esed zamanında olduğu gibi bugünde İnsan Haklarına değer vermeyen bir ülke olmuştur. Hafız Esed’in kurmuş olduğu baskı kültürü ve muhaliflerin üzerinde kurduğu baskıdan dolayı ülke yönetim olarak Cumhuriyet olsa da babadan oğula geçen bir monarşik yapıya dönüşmüştür. Beşar Esed ılımlı bir yapıda olmasından dolayı birçok yenilik yapmış bir kısım baskıları kaldırmış fakat Arap baharı sürecini engelleyememiştir. Gösteriler en ağır şekilde bastırılmaya çalışılmış ve ülke kaotik bir duruma sürüklenmiştir. Suriye’de her geçen gün yüzlerce insan iç savaş, kötü muamele, işkence, açlık, hastalık, vb. sebeplerle ölmektedir. Ülke harap ve bitap düşmüştür. Büyük devletlerin değişen tutumları ve uluslararası aktörlerin çeşitliliği yüzünden iç savaş uzun bir süre daha devam edeceği gözükmektedir. Kitlesel göçlerle nüfuslar değişmekte ve sayısız mülteci komşu devletlerin kapısında savaşın bitmesini beklemektedir. Savaşın uzaması ve şiddetlenmesi daha fazla mülteci gelmesine sebep olacak ve komşu devletlerin üzerine yük olarak kalacaktır. Devletlerin terör örgütlerine müdahale etme bahanesiyle destekledikleri örgütler savaşın uzayıp gitmesine devam etmektedir. Büyük devletlerin (ABD, Rusya ve Çin) bölgede amaçlarının bulunması ve izledikleri dış politikasındaki tutarsızlık yüzünden bölgedeki etkin güç olan Türkiye’nin zor durumda kalmasını sağlamaktadır. Bu bilgiler ışığında Suriye’de yaşanan olayların bazıları abartılsa da sivil yerlerin bombalanması ve kimyasal madde kullanılması hem insan hakları ihlalini hem de savaş suçunu teşkil etmektedir. Bu olay Suriye’nin kendi iç işlerinde olan problemlerden çıkıp Uluslararası bir konuma intikal etmiştir. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler tüm devletlerin katılımıyla toplanıp İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ışığında Suriye’de yaşanan insanlık dramına müdahale etmesi gerekir. Ve neticesinde savaş suçlularının Uluslararası hukukta yargılanarak yaptıklarının cezasını çekmelidir.
 Kaynakça
AKILLIOGLU, T. (1989). AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESI VE İÇ HUKUKUMUZ'. "A1HS ve İç Hukukta Değeri" konulu Panel'. Bozbeyoğlu, E. (2015).
 MÜLTECİLER VE İNSAN HAKLARI. Ankara: Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar Dergisi. Canyurt , D. (2015).
Suriye Gelişmeleri Sonrası Suriyeli Mülteciler: Türkiye'de Riskler.
Kırgızistan: AKADEMĐK BAKIS DERGĐSĐ. GEMALMAZ, M. S. (tarih yok).
Tarihselliği Bağlamında İnsan Hakları. GÖKBURUN, İ. (2007).
 TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ve İLKÖĞRETİM DERS KİTAPLARINA YANSIMASI. Afyon: Yüksek Lisans Tezi. Güçtürk , Y. (2014).
 İNSANLIĞIN KAYBI SURIYE’DEKI İÇ SAVAŞIN İNSAN HAKLARI BOYUTU.
Ankara: Seta. Kara , U. (2014).
İNSAN HAKLARI VE KAMU ÖZGÜRLÜKLERİ. Eskişehir: ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde. Milletler, B. (1948). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi.
ÖZER, D. (2016). İNSAN HAKLARININ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN KURUMSAL YAPISI İÇİNDE KORUNMASI. İzmir: İşletme Fakültesi Dergisi. Semin, A. (2015).
Suriye Krizindeki İç Dinamikler: ÖSO-IŞİD-PYD Denklemi.
 İstanbul: Bilgesam. Şen , Y. (tarih yok).
 Suriye’de Arap Baharı. Ankara: Yasama Dergisi. Tangör, B. (2001).
Avrupa Birliğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Ankara: Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi. Ünal , Ş. (1994). İnsan Haklarının Tarihi Felsefi ve Hukuki Temelleri. Ankara: Ankara Barosu Dergisi. Yeşil , F. (tarih yok). İnsancıl Hukuk Açısından Suriye İç Savaşı. Ankara: Yasama dergisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI  ÖZET  Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam...