Liberalizm ve Realizm
Teorilerinin Tanımlanması ve Günümüzde Pratik Edilmesi
ÖZET
Bu makalede uluslararası ilişkiler teorisine
önemli katkılar yapan Realizm ve Liberalizm ayrıştıkları ve uzlaştıkları
konularda karşılaştırılmalı olarak analiz yapılacaktır. Bu karşılaştırma
yapılırken teorinin fikir babalarına da yer verilecektir. Makalede analiz
edilecek teorilerin gelişimine, çevresel faktörlerin katkı sağladığına vurgu
yapılacak ve günümüzden örnekler vererek Liberal ve Realist teorinin
kullanılabilirliği denenecektir.
Anahtar
Kelimeler: liberalizm, realizm, demokrasi, anarşi, güç,
ulusal çıkar, devlet
ABSTRACT
In
this article, the differences of the main stream theories of International
Relations (IR), Liberalism and Realism will be analyzed. While analyzing these
two grand theories of IR discipline, the names of the founding father of Liberalism
and Realism will be take place in this article. The importance of external
factors on the progress of the theories will be emphasized and benefiting from
the current development of world politics, the definitive power of Liberalism
and Realism will be tested.
Key
words: liberalism, realism, democracy, anarchy, power, national
interest, state
GİRİŞ
Liberalizm ve Realizm Uluslararası İlişkiler
disiplinleri arasından adından söz ettiren kuramsal yaklaşımlardır. Bu iki
teorinin dünya siyasetinde yaşanan olayları analiz edilmesinde akademisyenlere
verdiği katkı tartışılmaz derecede önemlidir. Aynı zamanda, hem Liberalizm hem
Realizm, Uluslararası İlişkiler biliminin gelişimine çok önemli katkılarda
bulunmuştur. Olaylara karşı bizlere farklı pencereler sunan bu iki teori, kendi
içinde insan doğasından, çevreye kadar farklı yaklaşımları içinde
bulundurur. Bu farklılıklara rağmen
Liberalizm ve Realizm zaman geçtikçe kendi içinde yarışarak gücüne güç
katmıştır. Kendi içlerinde farklı akımlar yaratan bu teoriler, uluslararası ilişkiler
biliminin içeriğinin zenginleşmesine de katkıda bulunur. Her ne kadar dünya
siyaset tarihinde yaşanan bir olay yeni gibi gözükse de, geçmişe dönülüp
bakıldığında tarihten bir parça elbette bulunacaktır. Tarihi gelişmeler ile
yakından ilgilenen bu iki teori aynı zamanda günümüz dünyasında yaşanan
olayları anlamamızda da biz uluslararası ilişkiler öğrencilerine katkıda
bulunacaktır.
Liberalizm
Liberalizm
kendi içinde insanı odağa alan ve insan doğasına olumlu yaklaşan bir teoridir.
Liberalizm insanın özünde iyi niyetli olduğunu savunur ve devletlerarası
ilişkileri tıpkı insan ilişkileri temeline benzetir. İnsan ilişkilerinde
iletişim ve güven duygusunun önemini unutmayarak; bu bağlamda liberal teori
devletlerin kendi aralarında işbirliğine yatkın olduğunu düşünür ve çevrede
yaşanan sınamalara karşı işbirliği ile ayakta kalmayı devletlere önerir.
Günümüzdeki NATO, Avrupa Birliği (AB), gibi devletlerarası organizasyonlar
Liberal teorinin ilham verdiği yapılanmalar olarak örnek gösterilebilir. Bu organizasyonların
bugünkü durumunu makalenin ilerleyen bölümlerinde değinilecektir.
Yukarıda
bahsedildiği üzere Liberalizm bireye odaklanır ve kişinin mutluluğuna önem
verir. Bu bağlamda günümüzde özgürlüğün öncülü olarak adlandırılan demokrasi
liberal teorinin üzerinde durduğu en önemli konulardan bir tanesidir.
Liberallere göre bir ülkenin iç siyasetindeki özgürlük derecesi, bahsi geçen
ülkenin diğer ülkeler ile olan ilişkilerini etkiler. Liberallerin, sulh
kaygısını göz ardı etmediği ve güçlü ilişkilerin kaynağı olarak gördüğü demokrasi ilkesi, liberal teorinin
gelişiminde önemli rol oynar. Örneğin
; “democracies do not fight each other” /“demokrasiler
birbirleri ile savaşmaz” ilkesi liberal teorinin önemli bir sloganıdır. Bu
slogana göre demokratik ülkeler birbirleri ile savaşmaz ve işbirliği içinde
birlikte hareket ederler. Yukarıda bahsedilen
NATO ve AB gibi çok uluslu yapılar temsil ettikleri coğrafya da savaş
olasılığını düşünmek ve devletlerarası paylaşım kanallarını açarak bulundukları
bölgelere sulh, vatandaşlarına özgürlük getirmeyi amaçlamışlardır. Örneğin,
NATO’nun “Üye devletin savaş halinde olması diğer üyeleri de savaşa sokar”
diyen 5.maddesi liberal teori ye birer örnektir. Öte yandan günümüzde Amerikan
film endüstrisinin kıtalararası sunduğu uzaylı filmlerinde ya da dünyanın
sonunu “doomsday”
anlattığı filmlerde halkın ortak bir düşmana
karşı birlikte hareket etmesi ve ardından ortak düşmana karşı kolektif bir
şekilde alınan bir zaferin yansıtılması yukarıda bahsedilen birlikte hareket
etme ilkesine verilebilecek en güncel örneklerdendir.
Devletin
toplumdaki işlevi üzerine bir görüş bildirilecek ise John Locke’tan kesinlikle
faydalanılmalıdır. Devlet otoritesinin olmadığı yerde doğa kanunları –state of nature-
olduğunu ve bu ortamda insanın daha vahşi davrandığını savunanlara karşı duran
Locke, devlet kurumunun olmadığı yerlerde insanların otoriteye muhtaç
olmadığını ve vahşi olmanın aksine saldırgan davranmıyorlardı. [1]
Locke’un devlet mekanizmasına duyulan ihtiyacı mülkiyet üzerinden açıklayarak,
devlet öncesi toplumlarda mülkiyet nedeniyle çıkabilecek tartışmalarda bireylerin
keyfi veya sert cezalar vermesi yerine, bireylerin hakkını savunan ve adaletli
objektif bir mekanizmanın gerekliliğin altını çizerek devletin varlığına işaret
eder. Hobbes’un canavarı andıran devlet gücü yerine Locke sınırlı bir şekilde
müdahale yetkisi bulunan bir otoriteyi savunmuştur.[2]
Devlet toplum ilişkisi üzerine 2. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan Pozitif
Liberal teori farklı bir varsayımda bulunmuştur. Pozitif liberal teoriye göre
devletler toplumun bazı kesimlerinin çıkarlarını, uyguladıkları devlet
politikasına yansıtmaktadırlar ancak bu çıkar temsiliyeti her ülkede farklı
düzeydedir.[3]
Bu farklılaşmanın nedeni olarak toplumsal aktörler ile devlet arasındaki aracı
kurumların yapısı gösterilir.
Platondan
faydalanacağımız bu paragrafta, Platon nasıl insan çeşitleri varsa, devletin de
farklı düzenleri olduğunu savunur. Çünkü düzen ve onun yasaları bir devleti
oluşturan insanların karakterlerinden türerler ve dönerek insanı
biçimlendirirler.[4]
Günümüzde
“demokrasiler birbirleri ile savaşmaz” sloganına hassasiyet edinen birçok ülke
ve organizasyon mevcuttur. Örneğin, Soğuk Savaş döneminden hareketle, NATO’nun
kurulması, iki kutuptan liberalizmin temsilcisi olan Amerika’nın dış politikada
sıklıkla “demokrasi” kaygısının altını çizmesi bu duruma uygun örnekler
arasındadır. Özneyi ülkeleri alırsak, İsrail’in Türkiye Maslahatgüzarı Amira
Oron’un The Diplomatic Observer Dergisi’ne verdiği mülakatta “Türkiye ve İsrail
Ortadoğu’daki iki demokratik ülke[5]”
açıklaması, ikili ilişkiler içerisinde olan ülkeler için, çevredeki kaos ortamı
ve merkezi devlet otoritesini kaybetmeğe yatkın “failed state” ülkelerin
mevcudiyetine rağmen demokratik ülkelerin birlikte hareket ederek bu tehditlere
karşı ayakta birlikte durabileceğinin altına çizen önemli bir açıklama olarak
kaydedilebilir. Son olarak liberal demokrasiyi benimsemiş örgütlerin, insan
hakları ihlallerinin yaşandığı devletlere hem askeri hem ekonomik yaptırımlarda
bulunması, liberal teori-demokrasi ilişkisini pekiştirmeye yardımcı bir örnek
olacaktır.
Yukarıda
bahsedilen demokrasinin bir ülkeyi savaştan uzaklaştıracağı düşüncesine destek
olarak Cumhuriyetçi Liberalizm ’den faydalanabiliriz. Örneğin “Demokratik Barışın Üç Sütunu” –Three
Pillars of Democratic Peace- makalesinin yazarı Micahel W. Doyle, serbest ve
adaletli seçimlerin olması gerektiğini söylemiş ve toplanma, ifade özgürlüğü
gibi bireyin doğuştan gelen haklarının anayasal garantiler altına alınması ve
serbest piyasa ekonomisinin dokunulmazlığını da demokrasi tanımı içerisine
yerleştirmiştir. [6]
Doyle, araştırmaları sonucu 1800 yılından itibaren yaptığı tanıma uyan
devletlerin birbirleriyle hiç savaşmadığını tespit etmiştir[7].
Liberal
teoriye getirilen eleştirilerin başında bu pencerenin tarih boyunca devlet ile
devlet dışı aktörlerin birbirleri ile olan ilişkisini tartışır fakat bu
ilişkinin ortaya çıkış ve dönüşümü üzerine bir şey söylemediği gelir. Aynı
eleştiri liberal filozofların ortaya koyduğu değerler ve kavramların “normatif
olma özelliklerini kaybettiğini ve istatistiki analizlerin konusu haline
geldiğini iddia eder.[8]
Keohane’e göre Liberal teorinin açıklama gücü sınırlıdır ve onun ayırt edici
özelliği ahlaki değerler üzerine kurgulanmış normatif bir bakış açısına sahip
olmasıdır.[9].
Realizm
Realist
teorinin tanımlamasında Prens eserinin yazarı Machiavelli ve Laviathan’ın
yazarı Thomas Hobbes’tan ve Hans Morgenthau’dan faydalanılması artık bir
gereklilik halini almıştır. Çünkü bu iki filozofu Realist teorinin önemli
figürleri kılan özellikleri insanın doğası gereği kötülüğe yatkın olduğuna dair
duydukları inançlarıdır. İnsan doğasına yönelik getirilen bu negatif yorumlar
Realizmi karanlık bir dünyaya açılan pencere kılabilir ancak realistlerin
birincil amacı çevredeki anarşizme karşı devletin bekası için alınan
önlemlerdir. Devlet sınırlarının dışında bahsi geçen ülke kendi çıkarlarını
düşünerek hareket eder. Paragrafın giriş kısmında bahsedilen iki önemli figürün
sözlerinden faydalanacak olursak; “ İnsan insanın kurdudur” Hobbes ve “Amaca
giden her yol mubahtır” Machiavelli sözleri insanın doğası gereği kötülüğe
yatkın olduğunu anlatabilir. Bu hususta bir lider ya da bu sözleri özümsemiş
bir lider devletin hem iç hem de dışarıya olan tutumunda sert ve etik olmayan
bir yol izleyebilir. İnsan doğasına olumsuz yaklaşımda bulunan bir diğer isim
ise Hans Morgenthau’dur. Morgenthau’y[10]a
göre insan doğası gereği fenadır ve Âdemoğlu gücün peşindedir. Bu gücün keyfini
çıkarmanın yollarını arar. Aynı zamanda Morgenthau’ya göre siyaset bir güç
mücadelesidir ve güç tutkusu insanları birbirleriyle anlaşmazlığa düşürür. [11]
Son bir örnek vermek gerekirse, Realist teoriyi adeta eleştiriye kapatan
Carr’ın şu görüşü bizlere insan doğasına realistlerin bakış açısını anlamamıza
önemli bir katkı sağlayacaktır. Carr; Devletin ortaya çıkışı ile insan
doğasındaki şiddet eğilimi arasında bir bağlantı vardır fikrini ortaya atar[12].
Carr’ın devlete değinerek vardığı noktayı yeni bir kapının anahtarı olarak
kullanarak, Realistlerin devlet konusundaki hassasiyetine değinmekte fayda var.
Oppenheimer’a göre devlet örgütlenmesinin temelinde, tahrip gücü yüksek yarı
göçebe kabilelerin, savaşma gücü düşük ve tarımla ilgilenen toplulukların
yaşadığı toprakları işgal ederek, itaat ile onlardan kazanç sağlama arzusu
vardır.[13]
Realist
teoride devletler bir olayın incelenmesinde alınan temel aktörlerdir. Çünkü bu
realist bakış açısına göre yalnızca devletler bir sorunun çözümündeki yetkili
merciidir ve hem iç hem dış çatışma ortamlarında, sulhun sağlanması için
devletlerin güç kullanması meşru bir haktır. Bu durumda realist teoride
güvenlik hassasiyetinin yüksek olduğu gözlemlenmemektedir.
Realist
teori devlet dışı aktörleri, Sivil Toplum Kuruluşlarını (STK) ikinci plana
atarak, devletlerin dominant güç olduğunu savunur. Bu hususta Kenneth Waltz ve
Robert Gliplin diğer aktörlerin davranışları devletlerin kararları ve gücü ile
sınırlandırılmıştır. Aynı zamanda hükümet bir devleti bütünüyle temsil eder ve
bu temsil eden sesin kesilmemesi ulusun hayatta kalması için çok önemlidir.
Realizme
göre devlet rasyonel aktörlerdir ve amaçları doğrultusunda hareket eder. Bu
hususta devletler kendi çıkarlarının hassasiyetini unutmadan politika belirler.
Bu amaçların belirlenmesinde devletler çıkarlarını tanımlarken gücünü hesaba
kadar. Realistlere göre uluslararası sistemde her devlet aynı davranışı
sergiler. Bu açıdan bakıldığında
realistlere göre uluslararası sistemde devletler güç mücadelesi içindedir. Bu
düşüncenin bir yansıması olarak uluslararası sistemde bir güç dengesinin var
olması gerektiğine inanırlar. Örneğin; 18.yüzyılda uluslararası sistemin ana
aktörleri, Britanya İmparatorluğu, Fransa, Rusya ve Prusya’dır. Bu örneğe ek
olarak, Napolyon Fransa’sı, Avrupa’nın güç dengesini adeta yok etmiştir, gücünü
güç katmak için yayılmacı bir politika izlemiştir. Realistler için güç
devletlerarası ilişkiler en temel faktördür.
Bu
güç hususunda, Realistler askeri, güvenlik ve stratejik konuları “high politics” yüksek politika olarak
adlandırılırken, ekonomik ve sosyal meseleler “low politics” düşük politika olarak adlandırılır. Realistlerin
beynelmilel ilişkilerdeki güç hiyerarşisinin varlığının olması vurgusu,
devletleri güçlü kılmasındaki iç faktörlerin önemini belirler. Örneğin yüksek
askeri yatırımların kendisini daha caydırıcı kılacağını düşünen bir devlet,
demokratik bir toplum ve vatandaşlarının refahının yüksek olmasını ülkenin
vitrinine koymayı arka planına atabilir.
Askeri
güce önemini vurgulayan Realistler, uluslararası ilişkiler atmosferinin bir
savaş durumunda olduğunu iddia eder.
Realist
teorinin öncüsü olarak sayılan Yunan Tarihçi Thuscydides’e göre (MÖ 471-400)
geçmiş, geleceğin rehberidir. Atinalılar ve Spartalılar arasındaki savaşı
inceleyen Yunan tarihçiye göre Peloponez Savaşı (MÖ 431-404) korkunun güçle
birleşmesine önemli bir örnektir. Thucydides eserine, savaşın asıl sebebi
olarak “Atina’nın gücündeki büyüme ve
bunun Sparta’da uyandırdığı korku olduğunu söyleyerek başlar”.[14]
Sparta, Helen dünyasındaki saygınlığını kaybetmekten korkmuştu. Bu örnekten hareketle, devletler bekasını
sürdürebilmek için askeri yöntemleri tercih edebilir. Bu duruma güncel örneği
makalenin ilerleyen bölümünde verilecektir.
Realist
teorinin geçmişine bakıldığında gelişim göstermiştir. Bu gelişim süreci
içerisinde Realist teori sırasıyla; Klasik Realizm, Yapısal/Neo Realizm ve
Neoklasik Realizm adlarıyla üç farklı akım olarak karşımıza çıkmıştır. Klasik Realizm insanın doğasını ele alırken,
Yapısal Realizm beynelmilel ilişkilerin özüne odaklanır. Neoklasık Realizm ise
devletin yapısını inceler[15]. Klasik Realizmin temsilcilerinden Clausewitz,
savaşın siyasetin dışında müstakil bir alan olmadığını savunur ve savaşın
siyasetin bir parçası olduğunu ifade eder. Bu düşüncesini şu sözle ifade eder
“Siyaset savaşın içinde teşekkül ettiği rahimdir”[16]
Liberalizm ve Realizm Arasındaki
Farklılıklar
Yukarıda
bahsedildiği üzere bu iki teorinin insanın doğasına, güce ve devletlerarası
ortama bakış açısı farklıdır. Bu iki teorinin ihtilafa düştüğü durumların
başında iyi ve kötü çatışması vardır. Liberaller insan doğasını iyi olarak ele
alırken, Realistler insan doğasını gücün peşinden giden ve bu güç uğruna “kötü”
olanı enstrüman olarak kullanabileceğini doğal bir eylem olarak ele alır. Bu
konudaki farklılığı “güç” üzerine odaklanarak bir analojide anlatacak olursak;
mahallede top oynamak için toplanan bir grupta topa sahip olan kişi oyunun
kurallarını koyar ve kimin oyuna dahil olup olmayacağına karar verir. Bu
örnekte topu elinde bulunduran kişi gücü elinde bulundurmuş olur. Ancak aynı
kalitede topa sahip olan başka biri oyuna dahi olursa ortada gücün paylaşılması
söz konusu olur ve kimlerin oyuna dahil olup olmayacağı yeniden belirlenir.
Soğuk savaş dönemindeki nükleer rekabet, iki kutuplu dünyadaki güç dağılımına
uygun bir örnek olarak sunulabilir.
Liberal
teoride güç paylaşımdan, özgürlükten ve devlet müdahalesinin kısıtlı olduğu bir
dizgeden gelirken, Realist bakış açısı aksine askeri gücün, stratejik
hamlelerin gücü arttıracağına inanır. Bu hususta bazı devletler kendilerini
pazarlarken, askeri imajını, disiplinli ordu görünümünü vitrinine koyarken,
başka devletler güçlü sivil toplum örgütlerini, yüksek refah içinde yaşayan
halkını vitrinine yerleştirir. Realistler birliğin içeride anarşinin dışarıda
olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Bu
farklı bakış açıları bizlere şunu gösteriyor ki; realistlere göre devletin
mutluluğu halkı yönlendirirken, liberallere göre halkın mutluluğu devleti yönlendirir.
Bu örneklerden hareketle Liberaller, devletin birleştirici güç olduğunu iddia
eden Realistlerin aksine, devlet dışı aktörlerin bir devletin işleyişinde
önemli bir fonksiyonu olduğunu savunur[17]. Realistler
aynı zamanda uluslararası sistemin anarşik yapısını dönüştürmenin imkansız
olduğunu savunur ve liberal filozofların önerdiği uluslararası ticaret ve
demokratik hükümetler ve devletlerarası örgütlenmelerin küresel barışa zemin
hazırlayacağı fikrine katılmazlar[18].
İşbirliği
konusunda ise Liberaller insanın doğasının iyi olduğundan yola çıkarak
işbirliğini bir kazanç olarak görürler. Liberallerin aksine realistler “self-help” başkasına muhtaç olmama durumunu
benimsemişlerdir.[19]
Self-help bir ortamdadevletlerin en baştaki amacı hayatta kalmalarıdır, bu
yüzden rasyonel birer aktör olarak güvenliği maksimize etmeye çalışırlar[20]. Bu konuda daha saldırgan bir tavır takınan
John Mearsheimer, mevcut durumun yani statükonun ülkeleri tatmin etmediğini ve
bütün devletlerin, diğer devletlerin sırtından geçinmek istediğine vurgular. Bu
nedenle devletlerin her zaman güç arayışında olduğunu söyler ve uluslararası
sistemde en ideal pozisyonun küresel egemen güç olmak olduğunun altını çizer.[21]
Makalenin
Liberal Teori bölümünde, bu bakış açısına getirilen eleştirilerden
bahsedilmişti. Liberal teorinin uluslararası ilişkilerde vakaların
açıklanmasında kısıtlı kaldığını savunan bu görüş, bir adım ileri giderek;
liberal düşünce geçmiş tecrübelerden ve günlük hayat pratiğinin gerçeklerinden
kopuk olmakla itham edilir.[22] Realist
pencereden çıkan bu eleştiriler, liberaller gerçek dünyayı iyi analiz
edemediğine ve gerçek dünyanın analizinde Realist teorinin işe yaradığına katı bir
şekilde inanırlar.
Liberal Teori ve Realist Teori’nin
Günümüzde Uygulanması
Makalenin
bu bölümünde, yazının konusunu oluşturan iki teorinin günümüzdeki olayların
incelenmesinde kullanılacaktır. Birinci örnek son zamanlarda pro-aktif bir dış
politika izleyen Rusya’yı ele alarak verilecektir. Rusya özellikle son bir
senedir Suriye iç savaşında (2011-günümüz) aktif bir rol oynamaktadır. Dünya
siyasetinde etkisinin kaybolduğuna ve eski SSCB’nin aksine farklı coğrafyalarda
yaşanan olaylara pasif bir tutum içerisinde iddia edilen Rusya, Kırım’ın ilhakı
ile başlayarak dünya siyasetinde tekrar adım atmış, yeni pro-aktif Ortadoğu
politikası ile coğrafi bir kazanç sağlamıştır. Kaosun sona ermediği
Ortadoğu’nun paylaşılamayan pastalarından olan Suriye’de askeri operasyonlar
başlatan Rusya, kendi çıkarları doğrultusunda ve devam eden kaosun
bitmeyeceğini hesaba katarak, askeri güç kullanımına gitmiştir. Rusya bu
hamlesiyle, Amerika’nın Ortadoğu tekerine çomak sokmak ve Ortadoğu oyunundaki güç
dengesini oluşturup, oyunu kuran bir ülke olma emeli taşımakta olduğunu bizlere
göstermektedir.
Rusya’nın
bu agresif tutumuna karşı pasif bir tutum sergilediği izlenimi veren başta
Amerika olmak üzere batı dünyası, askeri gücünü Rusya’ya karşı kullanmak yerine
Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımların arttırılacağının açıklamaktadır.
Liberal
teorinin günümüzdeki pratiğine günümüzün mevcut piyasa rejimi olan “serbest
piyasa ekonomisinden” anlayabiliriz. Ancak makalenin bütünlüğünün korunması
amacıyla, Liberal teorinin günümüzdeki işleyişini demokrasiyi odağa alarak tartışabiliriz. Günümüzde demokrasinin en
iyi dizge –rejim- olduğu inancı hâkimdir. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği
gibi liberal teorinin izlerini taşıyan bu tarz organizasyonlar demokrasi vurgusunu
sıklıkla yineler bu konudaki hassasiyetlerini dünya uluslarına deklare ederler.
Özellikle kargaşanın ve insanı dramların yaşandığı en güncel adreslerden biri
olan Ortadoğu’daki yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak demokrasi
eksikliğinden bahsedilir ve bu görüş kimi akademik çevreler tarafından kabul
görmektedir. Liberal bakış açısına sahip akademisyenler bölgede yaşanan
anarşinin – devlet otoritesinin noksanlığı- panzehrinin demokrasi olduğunu
savunurlar. Ancak günümüzdeki demokratik ülkelere baktığımızda hiçbir problemin
olmadığına inanmak biraz naif bir tutum takınmak olacaktır. Peki, günümüzde
demokrasi dizgesinin en ideal düzen olduğuna inanmak ne kadar gerçekçi?
Hafızalarda taze bir örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül
saldırılarının ardından 2001 Afganistan ve 2003 Irak işgallerine baktığımızda,
terörle mücadele ve ülkelere demokrasinin getirileceği vaatleri dünyaya
duyurulmuştu. Ancak gerçekleşen askeri müdahalelerin yaklaşık 15 sene ardına
yani günümüze baktığımızda bu ülkelerin terörden ve anarşiden belini
doğrultamadığını görüyoruz. Liberallerin en iyi düzen demokrasidir düşüncesinin
sekteye uğradığı bu coğrafya aynı zamanda neo-liberal teorinin de
kullanılmasına bir fırsat doğurmuştur. Askeri gücü ikinci plana atan klasik
liberallerin aksine, neo-liberaller dışardaki anarşiyi kabul ederek, askeri
gücün ya da sert gücün kullanımını gerekli görmüştür. Ama vaat edilen bu
demokrasi henüz Ortadoğu halklarına bir mutluluk getirmemiştir.
Suriye
örneğinden devam edecek olursak, son derece pragmatik – çıkarını düşünen- bir
dış politika izleyen Rusya, Suriye’de otoriter rejimin varlığının
sürdürülmesine pekte problem etmediği izlenimi yapılmaktadır. Gerçek bir
realist pozisyonunu alan Rusya, Akdeniz’e yakın bir bölge ulusal çıkarlarını
düşünerek askeri-stratejik bir karar alarak, Lazikiye’de askeri üs kurmuştur.
Vladimir Putin’in Rusya’sının bu üs hamlesinin altını çizmekte fayda var.
Çünkü, anarşinin son bulması için askeri güce başvurulmuş, anti-demokratik bir
liderlik geçmişi bulunan Beşar Esad’ın Devlet Başkanlığı koltuğunda kalınmasına
itiraz edilmemiştir.
Liberal
teorinin üzerinde sıklıkla durduğu, devlet dışı organizasyonların, ya da
devletlerarası organizasyonlar uluslararası ilişkiler ve sulh ortamına olan
katkısını günümüzde geçerliliğini görmekte zorlanmaktayız. Özellikle Birleşmiş
Milletlerin karar alınmasında 5 daimi üyenin ( Amerika, Rusya, Çin, Fransa,
Almanya..) oynadığı önemli rol, Realistleri haklı çıkarırcasına devletlerin
beynelmilel sistemde belirgin aktör olduğunu göstermektedir. Bu durum aynı zamanda uluslararası örgütlerin
faaliyetlerinin sınırı egemen devletlerin isteği ile sınırlıdır fikrini
doğrular niteliktedir.[23]
Liberal
teorinin açıklamakta zorluk çektiği başka bir husus ise demokrasiden uzaklaşan
bir ülkenin, anti-demokratik ülkelerle kurduğu yakın ilişkilerdir. Bunun
nedenini açıklamakta zorluk çeken Liberal teori, ulusların hayatta kalma
tercihlerini belirlerken sadece ekonomik değil, askeri odaklı düşünmesi
gerektiğini göz ardı etmektedir.
Sonuç
Uluslararası
ilişkilerin ana akım teorileri arasından bulunan liberal ve realist düşünce
akımlarının uluslararası ilişkilerde hatta tarihte yaşanan olayların
incelenmesinde önemli bir rolü olduğu şüphesiz bir gerçektir. Olayların analiz
edilmesinde biz uluslararası öğrencilerin zihnini açan ve ufkunu genişleten bu
teoriler, 20 yüzyılın başından başlayarak günümüze kadar varlığını sürdürerek
önemini bizlere hissettirmektedir. Liberal teori’nin insan doğasına takındığı
olumlu tutum ve kolektif hareketi sağlayacak, STK’lara verdiği destek; kurumlar
arası bilgi paylaşımı ile devletin işleyişine ve halkın mutluluğunu arttıracağına
inanılmaktadır. Bu görüşün aksine Realistler devletin gücüne ve kudretine önem
vererek, halkının bekasının güçlü devletin askeri gücü ile alakalı olduğunu
savunmaktadır. Realist teoriden ortaya
çıkan Yapısal Realizmin öncülerinden Waltz’a göre Beka saikinin ötesinde,
devletlerin amaçlarında sonsuz derece çeşitlilik olabilir ve “beka, devletlerin
sahip olabileceği diğer tüm amaçlar için önşarttır” diye vurgular[24].
Liberaller,
Realist akımı, kaosu ve devletlerin bireysel güç maksimizasyonu temel alan bir
teorik yaklaşımın uluslararası kriz anlarında geleceği öngörme kapasitesinin
çok düşük olduğundan bahsederek eleştirirken, Realistler, karşı cenabı gerçek
dünyayı anlatamamakta ve pratiğinin ütopik olduğunu savunarak eleştirmektedir.[25]
Liberallere getirilen bu ütopyacı eleştirisinin kaynağı ise onların devlet
davranışlarının daha barışçıl bir yöne doğru everilebileceğine dair duydukları
inançtan kaynaklıdır.[26]
Günümüzde
bu teorilerin olaylara anlamaktaki kullanımı ise uluslararası ilişkiler
biliminin gelişmeye yatkınlığı ile çok alakalıdır. Sosyal bilimlerdeki net bir
doğrunun kabulünün olmaması ve realist, liberal düşünce akımları arasındaki
rekabetin yarattığı zenginlik biz uluslararası ilişkiler öğrencilere yaşanan
olaylara olan yaklaşımımızda büyük zenginlik katıyor. Ancak dünya siyasetinde
yaşanan yeni gelişmelerin iki teori arasında hangisinin en uygun olduğu
sorusuna cevap verilmesine zorlaştırdığı görülmektedir. Ancak yaşadığımız
gezegende gözlemlenilen ve bazı coğrafyalarda yakından tanık olunan anarşi
varlığını sürdürdüğü izlenimi yapılmaktadır. Bu kaosun nedenlerini ve çözümü
konusunda realist ve liberal teorinin geliştirilmeye muhtaç olduğu da Uluslararası
İlişkiler disiplini açısından bir fırsat ve kazanım aracı olarak
değerlendirilmelidir.
Kaynakça
Ramazan
Gözen Uluslararası İlişkiler Teorileri, İletişim Yayınları
Carlos
L Yordan, “America’s Quest for Global Hegemony: Offensive Realism, the Bush Doctrine
and the 2203 Iraq War, A Journal of Social and Political Theory, vol. 53, no.
2, issue 110 (August 2006).
Klevis
Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler
Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi
Hans
J. Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth
Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978,
The
Diplomatic Observer Magazine, “Israel Is Ready For Dıalogue To Solve Its
Problems” October issue
Platon, “Sokrates’in Savunması”, Bordo Siyah Yayınevi, Türkçe Çeviri , Cüneyt
Çetinkaya
Hüseyincan
BAYRAK, Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü I. Sınıf
27
Mayıs 2014
Friedrich
August von Hayek, “Liberalizm”, Liberal
Düşünce, Cilt 14, Sayı:55, Yaz 2009, Çeviren Ünsal Çetin
Doç.
Dr. Atilla Sandıklı, “Uluslar arası İlişkiler Teorileri ve Barış
Davut
ATEŞ, Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm / Realizm
Tartışması ve Disiplinin Özerkliği, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 10 (1) 2009,
11-25
[1] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.132
[2] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.132
[3] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.144
[4] Platon, “Sokrates’in Savunması”, Türkçe Çeviri , Cüneyt Çetinkaya, sayfa 27
[5] The
Diplomatic Observer Magazine, “Israel Is Ready For Dıalogue To Solve Its
Problems” October issue page 35
[6] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve
Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.147
[7] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.147
[8] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.121
[9] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.122
[10] Hans J.
Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth
Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978, pp. 4-15
[11] Hans J.
Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth
Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978, pp. 4-15
[12] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.126
[13] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.126
[14] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.116
[15] Eyüp
Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 165
[16] Eyüp
Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 170
[17] https://nccur.lib.nccu.edu.tw/bitstream/140.119/33686/8/53003108.pdf
[18] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.152
[19] Klevis
Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler
Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi s.163
[20] Klevis
Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler
Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi s.164
[21] Carlos
L Yordan, “America’s Quest for Global Hegemony: Offensive Realism, the Bush
Doctrine and the 2203 Iraq War, A Journal of Social and Political Theory, vol.
53, no. 2, issue 110 (August 2006). s.2
[22] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.123
[23] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.157
[24] Eyüp
Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 174
[25] Hüseyincan
BAYRAK, Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü I. Sınıf
27 Mayıs 2014, s.1
[26] Burak
Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler
Teorileri Kitabı s.131
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder