Wikipedia

Arama sonuçları

9 Mayıs 2017 Salı

Liberalizm ve Realizm Teorilerinin Tanımlanması ve Günümüzde Pratik Edilmesi

Liberalizm ve Realizm Teorilerinin Tanımlanması ve Günümüzde Pratik Edilmesi
ÖZET
            Bu makalede uluslararası ilişkiler teorisine önemli katkılar yapan Realizm ve Liberalizm ayrıştıkları ve uzlaştıkları konularda karşılaştırılmalı olarak analiz yapılacaktır. Bu karşılaştırma yapılırken teorinin fikir babalarına da yer verilecektir. Makalede analiz edilecek teorilerin gelişimine, çevresel faktörlerin katkı sağladığına vurgu yapılacak ve günümüzden örnekler vererek Liberal ve Realist teorinin kullanılabilirliği denenecektir.
Anahtar Kelimeler:  liberalizm, realizm, demokrasi, anarşi, güç, ulusal çıkar, devlet


ABSTRACT
            In this article, the differences of the main stream theories of International Relations (IR), Liberalism and Realism will be analyzed. While analyzing these two grand theories of IR discipline, the names of the founding father of Liberalism and Realism will be take place in this article. The importance of external factors on the progress of the theories will be emphasized and benefiting from the current development of world politics, the definitive power of Liberalism and Realism will be tested. 
            Key words: liberalism, realism, democracy, anarchy, power, national interest, state


GİRİŞ
             Liberalizm ve Realizm Uluslararası İlişkiler disiplinleri arasından adından söz ettiren kuramsal yaklaşımlardır. Bu iki teorinin dünya siyasetinde yaşanan olayları analiz edilmesinde akademisyenlere verdiği katkı tartışılmaz derecede önemlidir. Aynı zamanda, hem Liberalizm hem Realizm, Uluslararası İlişkiler biliminin gelişimine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Olaylara karşı bizlere farklı pencereler sunan bu iki teori, kendi içinde insan doğasından, çevreye kadar farklı yaklaşımları içinde bulundurur.  Bu farklılıklara rağmen Liberalizm ve Realizm zaman geçtikçe kendi içinde yarışarak gücüne güç katmıştır. Kendi içlerinde farklı akımlar yaratan bu teoriler, uluslararası ilişkiler biliminin içeriğinin zenginleşmesine de katkıda bulunur. Her ne kadar dünya siyaset tarihinde yaşanan bir olay yeni gibi gözükse de, geçmişe dönülüp bakıldığında tarihten bir parça elbette bulunacaktır. Tarihi gelişmeler ile yakından ilgilenen bu iki teori aynı zamanda günümüz dünyasında yaşanan olayları anlamamızda da biz uluslararası ilişkiler öğrencilerine katkıda bulunacaktır. 
Liberalizm
            Liberalizm kendi içinde insanı odağa alan ve insan doğasına olumlu yaklaşan bir teoridir. Liberalizm insanın özünde iyi niyetli olduğunu savunur ve devletlerarası ilişkileri tıpkı insan ilişkileri temeline benzetir. İnsan ilişkilerinde iletişim ve güven duygusunun önemini unutmayarak; bu bağlamda liberal teori devletlerin kendi aralarında işbirliğine yatkın olduğunu düşünür ve çevrede yaşanan sınamalara karşı işbirliği ile ayakta kalmayı devletlere önerir. Günümüzdeki NATO, Avrupa Birliği (AB), gibi devletlerarası organizasyonlar Liberal teorinin ilham verdiği yapılanmalar olarak örnek gösterilebilir. Bu organizasyonların bugünkü durumunu makalenin ilerleyen bölümlerinde değinilecektir.
Yukarıda bahsedildiği üzere Liberalizm bireye odaklanır ve kişinin mutluluğuna önem verir. Bu bağlamda günümüzde özgürlüğün öncülü olarak adlandırılan demokrasi liberal teorinin üzerinde durduğu en önemli konulardan bir tanesidir. Liberallere göre bir ülkenin iç siyasetindeki özgürlük derecesi, bahsi geçen ülkenin diğer ülkeler ile olan ilişkilerini etkiler. Liberallerin, sulh kaygısını göz ardı etmediği ve güçlü ilişkilerin kaynağı olarak gördüğü demokrasi ilkesi, liberal teorinin gelişiminde önemli rol oynar. Örneğin ; “democracies do not fight each other /“demokrasiler birbirleri ile savaşmaz” ilkesi liberal teorinin önemli bir sloganıdır. Bu slogana göre demokratik ülkeler birbirleri ile savaşmaz ve işbirliği içinde birlikte hareket ederler.  Yukarıda bahsedilen NATO ve AB gibi çok uluslu yapılar temsil ettikleri coğrafya da savaş olasılığını düşünmek ve devletlerarası paylaşım kanallarını açarak bulundukları bölgelere sulh, vatandaşlarına özgürlük getirmeyi amaçlamışlardır. Örneğin, NATO’nun “Üye devletin savaş halinde olması diğer üyeleri de savaşa sokar” diyen 5.maddesi liberal teori ye birer örnektir. Öte yandan günümüzde Amerikan film endüstrisinin kıtalararası sunduğu uzaylı filmlerinde ya da dünyanın sonunu “doomsday”  anlattığı filmlerde halkın ortak bir düşmana karşı birlikte hareket etmesi ve ardından ortak düşmana karşı kolektif bir şekilde alınan bir zaferin yansıtılması yukarıda bahsedilen birlikte hareket etme ilkesine verilebilecek en güncel örneklerdendir.
Devletin toplumdaki işlevi üzerine bir görüş bildirilecek ise John Locke’tan kesinlikle faydalanılmalıdır. Devlet otoritesinin olmadığı yerde doğa kanunları –state of nature- olduğunu ve bu ortamda insanın daha vahşi davrandığını savunanlara karşı duran Locke, devlet kurumunun olmadığı yerlerde insanların otoriteye muhtaç olmadığını ve vahşi olmanın aksine saldırgan davranmıyorlardı. [1] Locke’un devlet mekanizmasına duyulan ihtiyacı mülkiyet üzerinden açıklayarak, devlet öncesi toplumlarda mülkiyet nedeniyle çıkabilecek tartışmalarda bireylerin keyfi veya sert cezalar vermesi yerine, bireylerin hakkını savunan ve adaletli objektif bir mekanizmanın gerekliliğin altını çizerek devletin varlığına işaret eder. Hobbes’un canavarı andıran devlet gücü yerine Locke sınırlı bir şekilde müdahale yetkisi bulunan bir otoriteyi savunmuştur.[2] Devlet toplum ilişkisi üzerine 2. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan Pozitif Liberal teori farklı bir varsayımda bulunmuştur. Pozitif liberal teoriye göre devletler toplumun bazı kesimlerinin çıkarlarını, uyguladıkları devlet politikasına yansıtmaktadırlar ancak bu çıkar temsiliyeti her ülkede farklı düzeydedir.[3] Bu farklılaşmanın nedeni olarak toplumsal aktörler ile devlet arasındaki aracı kurumların yapısı gösterilir.
Platondan faydalanacağımız bu paragrafta, Platon nasıl insan çeşitleri varsa, devletin de farklı düzenleri olduğunu savunur. Çünkü düzen ve onun yasaları bir devleti oluşturan insanların karakterlerinden türerler ve dönerek insanı biçimlendirirler.[4]
Günümüzde “demokrasiler birbirleri ile savaşmaz” sloganına hassasiyet edinen birçok ülke ve organizasyon mevcuttur. Örneğin, Soğuk Savaş döneminden hareketle, NATO’nun kurulması, iki kutuptan liberalizmin temsilcisi olan Amerika’nın dış politikada sıklıkla “demokrasi” kaygısının altını çizmesi bu duruma uygun örnekler arasındadır. Özneyi ülkeleri alırsak, İsrail’in Türkiye Maslahatgüzarı Amira Oron’un The Diplomatic Observer Dergisi’ne verdiği mülakatta “Türkiye ve İsrail Ortadoğu’daki iki demokratik ülke[5]” açıklaması, ikili ilişkiler içerisinde olan ülkeler için, çevredeki kaos ortamı ve merkezi devlet otoritesini kaybetmeğe yatkın failed state” ülkelerin mevcudiyetine rağmen demokratik ülkelerin birlikte hareket ederek bu tehditlere karşı ayakta birlikte durabileceğinin altına çizen önemli bir açıklama olarak kaydedilebilir. Son olarak liberal demokrasiyi benimsemiş örgütlerin, insan hakları ihlallerinin yaşandığı devletlere hem askeri hem ekonomik yaptırımlarda bulunması, liberal teori-demokrasi ilişkisini pekiştirmeye yardımcı bir örnek olacaktır.
Yukarıda bahsedilen demokrasinin bir ülkeyi savaştan uzaklaştıracağı düşüncesine destek olarak Cumhuriyetçi Liberalizm ’den faydalanabiliriz. Örneğin “Demokratik Barışın Üç Sütunu” –Three Pillars of Democratic Peace- makalesinin yazarı Micahel W. Doyle, serbest ve adaletli seçimlerin olması gerektiğini söylemiş ve toplanma, ifade özgürlüğü gibi bireyin doğuştan gelen haklarının anayasal garantiler altına alınması ve serbest piyasa ekonomisinin dokunulmazlığını da demokrasi tanımı içerisine yerleştirmiştir. [6] Doyle, araştırmaları sonucu 1800 yılından itibaren yaptığı tanıma uyan devletlerin birbirleriyle hiç savaşmadığını tespit etmiştir[7].
Liberal teoriye getirilen eleştirilerin başında bu pencerenin tarih boyunca devlet ile devlet dışı aktörlerin birbirleri ile olan ilişkisini tartışır fakat bu ilişkinin ortaya çıkış ve dönüşümü üzerine bir şey söylemediği gelir. Aynı eleştiri liberal filozofların ortaya koyduğu değerler ve kavramların “normatif olma özelliklerini kaybettiğini ve istatistiki analizlerin konusu haline geldiğini iddia eder.[8] Keohane’e göre Liberal teorinin açıklama gücü sınırlıdır ve onun ayırt edici özelliği ahlaki değerler üzerine kurgulanmış normatif bir bakış açısına sahip olmasıdır.[9].
Realizm
Realist teorinin tanımlamasında Prens eserinin yazarı Machiavelli ve Laviathan’ın yazarı Thomas Hobbes’tan ve Hans Morgenthau’dan faydalanılması artık bir gereklilik halini almıştır. Çünkü bu iki filozofu Realist teorinin önemli figürleri kılan özellikleri insanın doğası gereği kötülüğe yatkın olduğuna dair duydukları inançlarıdır. İnsan doğasına yönelik getirilen bu negatif yorumlar Realizmi karanlık bir dünyaya açılan pencere kılabilir ancak realistlerin birincil amacı çevredeki anarşizme karşı devletin bekası için alınan önlemlerdir. Devlet sınırlarının dışında bahsi geçen ülke kendi çıkarlarını düşünerek hareket eder. Paragrafın giriş kısmında bahsedilen iki önemli figürün sözlerinden faydalanacak olursak; “ İnsan insanın kurdudur” Hobbes ve “Amaca giden her yol mubahtır” Machiavelli sözleri insanın doğası gereği kötülüğe yatkın olduğunu anlatabilir. Bu hususta bir lider ya da bu sözleri özümsemiş bir lider devletin hem iç hem de dışarıya olan tutumunda sert ve etik olmayan bir yol izleyebilir. İnsan doğasına olumsuz yaklaşımda bulunan bir diğer isim ise Hans Morgenthau’dur. Morgenthau’y[10]a göre insan doğası gereği fenadır ve Âdemoğlu gücün peşindedir. Bu gücün keyfini çıkarmanın yollarını arar. Aynı zamanda Morgenthau’ya göre siyaset bir güç mücadelesidir ve güç tutkusu insanları birbirleriyle anlaşmazlığa düşürür. [11] Son bir örnek vermek gerekirse, Realist teoriyi adeta eleştiriye kapatan Carr’ın şu görüşü bizlere insan doğasına realistlerin bakış açısını anlamamıza önemli bir katkı sağlayacaktır. Carr; Devletin ortaya çıkışı ile insan doğasındaki şiddet eğilimi arasında bir bağlantı vardır fikrini ortaya atar[12]. Carr’ın devlete değinerek vardığı noktayı yeni bir kapının anahtarı olarak kullanarak, Realistlerin devlet konusundaki hassasiyetine değinmekte fayda var. Oppenheimer’a göre devlet örgütlenmesinin temelinde, tahrip gücü yüksek yarı göçebe kabilelerin, savaşma gücü düşük ve tarımla ilgilenen toplulukların yaşadığı toprakları işgal ederek, itaat ile onlardan kazanç sağlama arzusu vardır.[13]
Realist teoride devletler bir olayın incelenmesinde alınan temel aktörlerdir. Çünkü bu realist bakış açısına göre yalnızca devletler bir sorunun çözümündeki yetkili merciidir ve hem iç hem dış çatışma ortamlarında, sulhun sağlanması için devletlerin güç kullanması meşru bir haktır. Bu durumda realist teoride güvenlik hassasiyetinin yüksek olduğu gözlemlenmemektedir.
Realist teori devlet dışı aktörleri, Sivil Toplum Kuruluşlarını (STK) ikinci plana atarak, devletlerin dominant güç olduğunu savunur. Bu hususta Kenneth Waltz ve Robert Gliplin diğer aktörlerin davranışları devletlerin kararları ve gücü ile sınırlandırılmıştır. Aynı zamanda hükümet bir devleti bütünüyle temsil eder ve bu temsil eden sesin kesilmemesi ulusun hayatta kalması için çok önemlidir.
Realizme göre devlet rasyonel aktörlerdir ve amaçları doğrultusunda hareket eder. Bu hususta devletler kendi çıkarlarının hassasiyetini unutmadan politika belirler. Bu amaçların belirlenmesinde devletler çıkarlarını tanımlarken gücünü hesaba kadar. Realistlere göre uluslararası sistemde her devlet aynı davranışı sergiler.  Bu açıdan bakıldığında realistlere göre uluslararası sistemde devletler güç mücadelesi içindedir. Bu düşüncenin bir yansıması olarak uluslararası sistemde bir güç dengesinin var olması gerektiğine inanırlar. Örneğin; 18.yüzyılda uluslararası sistemin ana aktörleri, Britanya İmparatorluğu, Fransa, Rusya ve Prusya’dır. Bu örneğe ek olarak, Napolyon Fransa’sı, Avrupa’nın güç dengesini adeta yok etmiştir, gücünü güç katmak için yayılmacı bir politika izlemiştir. Realistler için güç devletlerarası ilişkiler en temel faktördür.
Bu güç hususunda, Realistler askeri, güvenlik ve stratejik konuları “high politics” yüksek politika olarak adlandırılırken, ekonomik ve sosyal meseleler “low politics” düşük politika olarak adlandırılır. Realistlerin beynelmilel ilişkilerdeki güç hiyerarşisinin varlığının olması vurgusu, devletleri güçlü kılmasındaki iç faktörlerin önemini belirler. Örneğin yüksek askeri yatırımların kendisini daha caydırıcı kılacağını düşünen bir devlet, demokratik bir toplum ve vatandaşlarının refahının yüksek olmasını ülkenin vitrinine koymayı arka planına atabilir.
Askeri güce önemini vurgulayan Realistler, uluslararası ilişkiler atmosferinin bir savaş durumunda olduğunu iddia eder.
Realist teorinin öncüsü olarak sayılan Yunan Tarihçi Thuscydides’e göre (MÖ 471-400) geçmiş, geleceğin rehberidir. Atinalılar ve Spartalılar arasındaki savaşı inceleyen Yunan tarihçiye göre Peloponez Savaşı (MÖ 431-404) korkunun güçle birleşmesine önemli bir örnektir. Thucydides eserine, savaşın asıl sebebi olarak  “Atina’nın gücündeki büyüme ve bunun Sparta’da uyandırdığı korku olduğunu söyleyerek başlar”.[14] Sparta, Helen dünyasındaki saygınlığını kaybetmekten korkmuştu.  Bu örnekten hareketle, devletler bekasını sürdürebilmek için askeri yöntemleri tercih edebilir. Bu duruma güncel örneği makalenin ilerleyen bölümünde verilecektir.
Realist teorinin geçmişine bakıldığında gelişim göstermiştir. Bu gelişim süreci içerisinde Realist teori sırasıyla; Klasik Realizm, Yapısal/Neo Realizm ve Neoklasik Realizm adlarıyla üç farklı akım olarak karşımıza çıkmıştır.  Klasik Realizm insanın doğasını ele alırken, Yapısal Realizm beynelmilel ilişkilerin özüne odaklanır. Neoklasık Realizm ise devletin yapısını inceler[15].  Klasik Realizmin temsilcilerinden Clausewitz, savaşın siyasetin dışında müstakil bir alan olmadığını savunur ve savaşın siyasetin bir parçası olduğunu ifade eder. Bu düşüncesini şu sözle ifade eder “Siyaset savaşın içinde teşekkül ettiği rahimdir”[16]

Liberalizm ve Realizm Arasındaki Farklılıklar
            Yukarıda bahsedildiği üzere bu iki teorinin insanın doğasına, güce ve devletlerarası ortama bakış açısı farklıdır. Bu iki teorinin ihtilafa düştüğü durumların başında iyi ve kötü çatışması vardır. Liberaller insan doğasını iyi olarak ele alırken, Realistler insan doğasını gücün peşinden giden ve bu güç uğruna “kötü” olanı enstrüman olarak kullanabileceğini doğal bir eylem olarak ele alır. Bu konudaki farklılığı “güç” üzerine odaklanarak bir analojide anlatacak olursak; mahallede top oynamak için toplanan bir grupta topa sahip olan kişi oyunun kurallarını koyar ve kimin oyuna dahil olup olmayacağına karar verir. Bu örnekte topu elinde bulunduran kişi gücü elinde bulundurmuş olur. Ancak aynı kalitede topa sahip olan başka biri oyuna dahi olursa ortada gücün paylaşılması söz konusu olur ve kimlerin oyuna dahil olup olmayacağı yeniden belirlenir. Soğuk savaş dönemindeki nükleer rekabet, iki kutuplu dünyadaki güç dağılımına uygun bir örnek olarak sunulabilir.
Liberal teoride güç paylaşımdan, özgürlükten ve devlet müdahalesinin kısıtlı olduğu bir dizgeden gelirken, Realist bakış açısı aksine askeri gücün, stratejik hamlelerin gücü arttıracağına inanır. Bu hususta bazı devletler kendilerini pazarlarken, askeri imajını, disiplinli ordu görünümünü vitrinine koyarken, başka devletler güçlü sivil toplum örgütlerini, yüksek refah içinde yaşayan halkını vitrinine yerleştirir. Realistler birliğin içeride anarşinin dışarıda olduğu görüşünü benimsemişlerdir.  Bu farklı bakış açıları bizlere şunu gösteriyor ki; realistlere göre devletin mutluluğu halkı yönlendirirken, liberallere göre halkın mutluluğu devleti yönlendirir. Bu örneklerden hareketle Liberaller, devletin birleştirici güç olduğunu iddia eden Realistlerin aksine, devlet dışı aktörlerin bir devletin işleyişinde önemli bir fonksiyonu olduğunu savunur[17]. Realistler aynı zamanda uluslararası sistemin anarşik yapısını dönüştürmenin imkansız olduğunu savunur ve liberal filozofların önerdiği uluslararası ticaret ve demokratik hükümetler ve devletlerarası örgütlenmelerin küresel barışa zemin hazırlayacağı fikrine katılmazlar[18].
İşbirliği konusunda ise Liberaller insanın doğasının iyi olduğundan yola çıkarak işbirliğini bir kazanç olarak görürler. Liberallerin aksine realistler “self-help”  başkasına muhtaç olmama durumunu benimsemişlerdir.[19] Self-help bir ortamdadevletlerin en baştaki amacı hayatta kalmalarıdır, bu yüzden rasyonel birer aktör olarak güvenliği maksimize etmeye çalışırlar[20].  Bu konuda daha saldırgan bir tavır takınan John Mearsheimer, mevcut durumun yani statükonun ülkeleri tatmin etmediğini ve bütün devletlerin, diğer devletlerin sırtından geçinmek istediğine vurgular. Bu nedenle devletlerin her zaman güç arayışında olduğunu söyler ve uluslararası sistemde en ideal pozisyonun küresel egemen güç olmak olduğunun altını çizer.[21] 
Makalenin Liberal Teori bölümünde, bu bakış açısına getirilen eleştirilerden bahsedilmişti. Liberal teorinin uluslararası ilişkilerde vakaların açıklanmasında kısıtlı kaldığını savunan bu görüş, bir adım ileri giderek; liberal düşünce geçmiş tecrübelerden ve günlük hayat pratiğinin gerçeklerinden kopuk olmakla itham edilir.[22] Realist pencereden çıkan bu eleştiriler, liberaller gerçek dünyayı iyi analiz edemediğine ve gerçek dünyanın analizinde Realist teorinin işe yaradığına katı bir şekilde inanırlar.

Liberal Teori ve Realist Teori’nin Günümüzde Uygulanması
Makalenin bu bölümünde, yazının konusunu oluşturan iki teorinin günümüzdeki olayların incelenmesinde kullanılacaktır. Birinci örnek son zamanlarda pro-aktif bir dış politika izleyen Rusya’yı ele alarak verilecektir. Rusya özellikle son bir senedir Suriye iç savaşında (2011-günümüz) aktif bir rol oynamaktadır. Dünya siyasetinde etkisinin kaybolduğuna ve eski SSCB’nin aksine farklı coğrafyalarda yaşanan olaylara pasif bir tutum içerisinde iddia edilen Rusya, Kırım’ın ilhakı ile başlayarak dünya siyasetinde tekrar adım atmış, yeni pro-aktif Ortadoğu politikası ile coğrafi bir kazanç sağlamıştır. Kaosun sona ermediği Ortadoğu’nun paylaşılamayan pastalarından olan Suriye’de askeri operasyonlar başlatan Rusya, kendi çıkarları doğrultusunda ve devam eden kaosun bitmeyeceğini hesaba katarak, askeri güç kullanımına gitmiştir. Rusya bu hamlesiyle, Amerika’nın Ortadoğu tekerine çomak sokmak ve Ortadoğu oyunundaki güç dengesini oluşturup, oyunu kuran bir ülke olma emeli taşımakta olduğunu bizlere göstermektedir.
Rusya’nın bu agresif tutumuna karşı pasif bir tutum sergilediği izlenimi veren başta Amerika olmak üzere batı dünyası, askeri gücünü Rusya’ya karşı kullanmak yerine Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımların arttırılacağının açıklamaktadır.
Liberal teorinin günümüzdeki pratiğine günümüzün mevcut piyasa rejimi olan “serbest piyasa ekonomisinden” anlayabiliriz. Ancak makalenin bütünlüğünün korunması amacıyla, Liberal teorinin günümüzdeki işleyişini demokrasiyi odağa alarak tartışabiliriz. Günümüzde demokrasinin en iyi dizge –rejim- olduğu inancı hâkimdir. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi liberal teorinin izlerini taşıyan bu tarz organizasyonlar demokrasi vurgusunu sıklıkla yineler bu konudaki hassasiyetlerini dünya uluslarına deklare ederler. Özellikle kargaşanın ve insanı dramların yaşandığı en güncel adreslerden biri olan Ortadoğu’daki yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak demokrasi eksikliğinden bahsedilir ve bu görüş kimi akademik çevreler tarafından kabul görmektedir. Liberal bakış açısına sahip akademisyenler bölgede yaşanan anarşinin – devlet otoritesinin noksanlığı- panzehrinin demokrasi olduğunu savunurlar. Ancak günümüzdeki demokratik ülkelere baktığımızda hiçbir problemin olmadığına inanmak biraz naif bir tutum takınmak olacaktır. Peki, günümüzde demokrasi dizgesinin en ideal düzen olduğuna inanmak ne kadar gerçekçi? Hafızalarda taze bir örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül saldırılarının ardından 2001 Afganistan ve 2003 Irak işgallerine baktığımızda, terörle mücadele ve ülkelere demokrasinin getirileceği vaatleri dünyaya duyurulmuştu. Ancak gerçekleşen askeri müdahalelerin yaklaşık 15 sene ardına yani günümüze baktığımızda bu ülkelerin terörden ve anarşiden belini doğrultamadığını görüyoruz. Liberallerin en iyi düzen demokrasidir düşüncesinin sekteye uğradığı bu coğrafya aynı zamanda neo-liberal teorinin de kullanılmasına bir fırsat doğurmuştur. Askeri gücü ikinci plana atan klasik liberallerin aksine, neo-liberaller dışardaki anarşiyi kabul ederek, askeri gücün ya da sert gücün kullanımını gerekli görmüştür. Ama vaat edilen bu demokrasi henüz Ortadoğu halklarına bir mutluluk getirmemiştir.
Suriye örneğinden devam edecek olursak, son derece pragmatik – çıkarını düşünen- bir dış politika izleyen Rusya, Suriye’de otoriter rejimin varlığının sürdürülmesine pekte problem etmediği izlenimi yapılmaktadır. Gerçek bir realist pozisyonunu alan Rusya, Akdeniz’e yakın bir bölge ulusal çıkarlarını düşünerek askeri-stratejik bir karar alarak, Lazikiye’de askeri üs kurmuştur. Vladimir Putin’in Rusya’sının bu üs hamlesinin altını çizmekte fayda var. Çünkü, anarşinin son bulması için askeri güce başvurulmuş, anti-demokratik bir liderlik geçmişi bulunan Beşar Esad’ın Devlet Başkanlığı koltuğunda kalınmasına itiraz edilmemiştir.
Liberal teorinin üzerinde sıklıkla durduğu, devlet dışı organizasyonların, ya da devletlerarası organizasyonlar uluslararası ilişkiler ve sulh ortamına olan katkısını günümüzde geçerliliğini görmekte zorlanmaktayız. Özellikle Birleşmiş Milletlerin karar alınmasında 5 daimi üyenin ( Amerika, Rusya, Çin, Fransa, Almanya..) oynadığı önemli rol, Realistleri haklı çıkarırcasına devletlerin beynelmilel sistemde belirgin aktör olduğunu göstermektedir.  Bu durum aynı zamanda uluslararası örgütlerin faaliyetlerinin sınırı egemen devletlerin isteği ile sınırlıdır fikrini doğrular niteliktedir.[23]
Liberal teorinin açıklamakta zorluk çektiği başka bir husus ise demokrasiden uzaklaşan bir ülkenin, anti-demokratik ülkelerle kurduğu yakın ilişkilerdir. Bunun nedenini açıklamakta zorluk çeken Liberal teori, ulusların hayatta kalma tercihlerini belirlerken sadece ekonomik değil, askeri odaklı düşünmesi gerektiğini göz ardı etmektedir.
 Sonuç
Uluslararası ilişkilerin ana akım teorileri arasından bulunan liberal ve realist düşünce akımlarının uluslararası ilişkilerde hatta tarihte yaşanan olayların incelenmesinde önemli bir rolü olduğu şüphesiz bir gerçektir. Olayların analiz edilmesinde biz uluslararası öğrencilerin zihnini açan ve ufkunu genişleten bu teoriler, 20 yüzyılın başından başlayarak günümüze kadar varlığını sürdürerek önemini bizlere hissettirmektedir. Liberal teori’nin insan doğasına takındığı olumlu tutum ve kolektif hareketi sağlayacak, STK’lara verdiği destek; kurumlar arası bilgi paylaşımı ile devletin işleyişine ve halkın mutluluğunu arttıracağına inanılmaktadır. Bu görüşün aksine Realistler devletin gücüne ve kudretine önem vererek, halkının bekasının güçlü devletin askeri gücü ile alakalı olduğunu savunmaktadır.  Realist teoriden ortaya çıkan Yapısal Realizmin öncülerinden Waltz’a göre Beka saikinin ötesinde, devletlerin amaçlarında sonsuz derece çeşitlilik olabilir ve “beka, devletlerin sahip olabileceği diğer tüm amaçlar için önşarttır” diye vurgular[24].
Liberaller, Realist akımı, kaosu ve devletlerin bireysel güç maksimizasyonu temel alan bir teorik yaklaşımın uluslararası kriz anlarında geleceği öngörme kapasitesinin çok düşük olduğundan bahsederek eleştirirken, Realistler, karşı cenabı gerçek dünyayı anlatamamakta ve pratiğinin ütopik olduğunu savunarak eleştirmektedir.[25] Liberallere getirilen bu ütopyacı eleştirisinin kaynağı ise onların devlet davranışlarının daha barışçıl bir yöne doğru everilebileceğine dair duydukları inançtan kaynaklıdır.[26]
Günümüzde bu teorilerin olaylara anlamaktaki kullanımı ise uluslararası ilişkiler biliminin gelişmeye yatkınlığı ile çok alakalıdır. Sosyal bilimlerdeki net bir doğrunun kabulünün olmaması ve realist, liberal düşünce akımları arasındaki rekabetin yarattığı zenginlik biz uluslararası ilişkiler öğrencilere yaşanan olaylara olan yaklaşımımızda büyük zenginlik katıyor. Ancak dünya siyasetinde yaşanan yeni gelişmelerin iki teori arasında hangisinin en uygun olduğu sorusuna cevap verilmesine zorlaştırdığı görülmektedir. Ancak yaşadığımız gezegende gözlemlenilen ve bazı coğrafyalarda yakından tanık olunan anarşi varlığını sürdürdüğü izlenimi yapılmaktadır. Bu kaosun nedenlerini ve çözümü konusunda realist ve liberal teorinin geliştirilmeye muhtaç olduğu da Uluslararası İlişkiler disiplini açısından bir fırsat ve kazanım aracı olarak değerlendirilmelidir.

Kaynakça

Ramazan Gözen Uluslararası İlişkiler Teorileri, İletişim Yayınları
Carlos L Yordan, “America’s Quest for Global Hegemony: Offensive Realism, the Bush Doctrine and the 2203 Iraq War, A Journal of Social and Political Theory, vol. 53, no. 2, issue 110 (August 2006).
Klevis Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi
Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978,
The Diplomatic Observer Magazine, “Israel Is Ready For Dıalogue To Solve Its Problems” October issue
 Platon, “Sokrates’in Savunması”,  Bordo Siyah Yayınevi, Türkçe Çeviri , Cüneyt Çetinkaya
Hüseyincan BAYRAK, Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü I. Sınıf
27 Mayıs 2014
Friedrich August von Hayek, “Liberalizm”,  Liberal Düşünce, Cilt 14, Sayı:55, Yaz 2009, Çeviren Ünsal Çetin
Doç. Dr. Atilla Sandıklı, “Uluslar arası İlişkiler Teorileri ve Barış
Davut ATEŞ, Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm / Realizm Tartışması ve Disiplinin Özerkliği, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 10 (1) 2009, 11-25



[1] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.132
[2] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.132
[3] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.144
[4]   Platon, “Sokrates’in Savunması”,  Türkçe Çeviri , Cüneyt Çetinkaya, sayfa 27
[5] The Diplomatic Observer Magazine, “Israel Is Ready For Dıalogue To Solve Its Problems” October issue page 35
[6]   Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.147
[7] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.147
[8] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.121
[9] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslararası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.122

[10] Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978, pp. 4-15
[11] Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace, Fifth Edition, Revised, (New York: Alfred A. Knopf, 1978, pp. 4-15
[12] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.126
[13] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.126
[14] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.116
[15] Eyüp Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 165
[16] Eyüp Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 170
[17] https://nccur.lib.nccu.edu.tw/bitstream/140.119/33686/8/53003108.pdf
[18] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.152
[19] Klevis Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi s.163
[20] Klevis Kelasi, “Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri” SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi s.164
[21] Carlos L Yordan, “America’s Quest for Global Hegemony: Offensive Realism, the Bush Doctrine and the 2203 Iraq War, A Journal of Social and Political Theory, vol. 53, no. 2, issue 110 (August 2006). s.2
[22] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.123
[23] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.157
[24] Eyüp Ersoy, “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı, s 174
[25] Hüseyincan BAYRAK, Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü I. Sınıf
27 Mayıs 2014, s.1
[26] Burak Bilgehan Özpek “Liberalizm ve Uluslar arası İlişkiler”, Uluslararası İlişkiler Teorileri Kitabı s.131

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI  ÖZET  Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam...