Wikipedia

Arama sonuçları

28 Ağustos 2017 Pazartesi

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI
 ÖZET
 Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam eden Arap Baharı’nın ve akabinde Suriye İç Savaşının İnsan Haklarına olumsuz etkileri incelenecektir. Suriye 2011 yılında Arap Baharı gösterilerinde halkı yatıştırmak yerine şiddet kullanarak gösterileri bastırma yolunu seçmiş bu da halkın tepkisine ve olayların yayılıp büyümesine sebep olmuştur. Beşar Esed olayların büyümesini engelleyebilmek için bir takım yenilikler çıkartmış fakat yeterli olmamıştır. Gösteriler büyüyerek çatışma haline almış ve ülke iç savaşa doğru sürüklenmiştir. İç savaş büyük devletlerinde katılımıyla hız kesmeden hala devam etmektedir. Suriye devam eden iç savaş yüzünden ülkesi paramparça olmuş ve halkı mülteci olarak diğer ülkelere göç etmiştir. Bundan en çok etkilenen ülke Türkiye olmuştur.
 Anahtar Kelimeler: Arap Baharı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, IŞID, Terörizm, Göçler
 ABSTRACT
 This article will also examine the negative effects of the Arab Spring, which started in Syria in 2011 and continues as much as the day before, and then on the Human Rights of the Syrian Civil War. In 2011, the Syrian Arab demonstrations have chosen the path of repression instead of using violence to appease the public in the Spring Show which has led to the growth and spread of the incident response of the people. Bashar al-Assad has made some innovations in order to prevent the growth of events but it is not enough. The demonstrations grew into clashes and the country was dragged into civil war. The civil war continues without slowing down with the participation of the great states. Syria has been shattered by the ongoing civil war, and the people have migrated to other countries as refugees. The most affected country is Turkey.
Key words: Arab Spring, Universal Declaration of Human Rights, ISID, Terrorism, Migrations
 GİRİŞ
 İnsan hakları deyince aklımıza eşitlik ve özgürlük gibi kavramlar gelmektedir. İnsan doğuştan özgürlük ve tüm insanlar arasında ki eşitlik kavramlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 1. Maddesinde yazan insanın en temel haklarıdır. Bu haklar, insanın doğuştan var olan hakları olduğu için dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez ve değişmezdir. İnsan haklarını pozitif statü hakkı, negatif statü hakkı ve aktif statü hakkı olarak üç bölüme ayırabiliriz. Negatif statü bireyin özgürlük alanını yani kişi haklarını, pozitif statü hakkı devletten bazı hizmetlerde bulunmasını istemesi yani sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerini, aktif statü hakkı ise bireye siyasal hayata katılma ve söz sahibi olma yetkisini verir. Bu hakların sağlanması ve korunması devletin bir görevidir. Tarihe baktığımızda her dönemde insan hakları ihlallerinin olduğunu görmekteyiz. Günümüzde de insan hakları ihlalleri sıkça yapılmakta ve insanlar bu konuda mağdur olmaktadır. Suriye’de süren iç savaş neticesinde milyonlarca insan göç etmeye zorlanmış ve binlercesi Suriye topraklarında ölmüştür. En temel insan hakkı olan yaşama hakkı Suriye devleti tarafından korunamamaktadır. Kendi halkının can ve mal güvenliğini koruyamayan devletin meşruluğu düşünülemez. Suriye’de Arap baharı sonrası meydana gelen iç savaş ve daha sonrasında terör olaylarının tırmanması devletin bunlara önlem almasındaki sert müdahaleler kendi halkının haklarını hiçe saymaktadır. Olaylara karışanları en ağır şekilde cezalandırılması ve kendi halkını bombalaması Suriye’de ciddi bir insan hakları ihlali olduğunu göstermektedir. Konuyu daha iyi anlayabilmek için önce İnsan haklarının tarihsel sürecine değinilecek ve daha sonra Suriye’de Arap Bahar’ından sonra meydana gelen insan hakları ihlalleri anlatılacaktır. İNSAN HAKLARININ TARİHSEL SÜRECİ İnsan hakları ilk olarak eski Yunan devletlerinde görüldü. Yunan şehir devletlerinde vatandaşların bir araya toplanıp kanun yapma, savaş ve barışa karar vermek gibi siyasal haklara sahip olarak devlet yönetiminde söz sahibi olmalarına rağmen bireysel kişi haklarında bu kadar serbest değillerdi. Fakat bu dönemde Hellenistik evrede Stoa’cılar özgürlük kavramını kişinin iç dünyasıyla ilgili sorunudur diye tanımlamaktadırlar. Stoa düşüncesi ile insanlar birbirleriyle eşit olduğunu benimsemiş ve insanlığın bağımsızlığını ve köleliği yasaklayan ilk düşünce olarak Stoisizim ortaya çıkmıştır. Yunanlılar ve Romalılar devletin insan için, olması düşüncesini ön plana çıkararak devletin gücünün sınırlandırılamayacağını öne sürmüşlerdir. Bu durumdan devletin bekasının her şeyin üstünde olduğu kanısı çıkmaktadır. Bu dönemde insan haklarından bahsetmek doğru olmaz. Monarşilerin ve Kilisenin güçlü olduğu ortaçağda toplum; köleler, köylüler, serbest meslek sahipleri, feodal beyler, soylular ve kilise mensuplarından meydana gelmekteydi. Bu dönemin ilk çağdan farkı kilisenin ortaya çıkmasıdır. İlkçağda insanın özgürlük alanını kısıtlayan faktör Devlet iken Orta Çağda Kilisenin de bu konuda etkili olduğunu görmekteyiz. 13. Yüzyılda, İngiltere’de 1215 tarihinde “Magna Carta Libertatum” ile İngiliz halkının kişi güvenliği ve mallarının güvenliği Kral’a karşı güvence altına alınmıştır. Bu bildirge ile Kral’ın hakları azaltılmıştır. Magna Carta sözleşmesi günümüz insan hakları kaynaklarının yapı taşı niteliğindedir. Bu dönemde Avrupa’da, Kilisenin büyük etkinliği vardı. Halk fakir ve aç iken Kilise iyice zenginleşmişti. Krallar bu dönemde dine önem vermişler ve kilisenin güçlenmesine göz yummuşlardı. Rönesans ve Reform hareketleriyle beraber Avrupa Yeni Çağ’a girmiş ve Kilisenin etkisi azalmaya başlamıştır. Yine İngiltere’de Kral Charles’in Magna Carta hükümleri dışında hareket etmesiyle parlamento ile Kral arasında mücadele başlamış ve neticesinde 1628 yılında Petition Of Right adı verilen haklar bildirgesini Kral imzalamak zorunda kalmıştır. Bu bildirge ile kimsenin savunması alınmadan tutuklanmaması, öldürülmemesi, sakat bırakılmaması ve hapse mahkum edilmemesi teminat altına alınmıştır. İngiltere’de diğer bir insan hakları bildirgesi ise Latince anlamı “bedenine sahipsin” olan Habeas Corpus Yasasıdır. Anlaşma 1679 yılında imzalanmıştır. Bugün bile Habeas Corpus denildiğinde gözaltına alınan kişinin hakim karşısına çıkarılma hakkı gelmektedir. 1689 yılında imzalanan Bill of Rights (Haklar Bildirisi/ Yasası) ile parlamento güçlenmeye başlamış ve Kralın yetkileri azaltılmıştır. İngiltere’de meydana gelen bu bildirgeler Kralın etkinliğini azaltsa da tüm halklara getirdiği haklar bakımından olumlu sonuçları olmuştur. Yeniçağ döneminde temel hak ve özgürlüklerle devlet otoritesi arasındaki çatışma devlet yönetiminin insan haklarına saygı duyulması konusunda yapılmış ve Kral’dan bir takım temel hak ve özgürlükler talep edilmiştir. Kral bu hakları kabul etmemesi durumunda halkın karşı koyma hakkına sahip olduğu görüşü savunulmuştur. 1776 yılında Amerika’da Virginia Haklar Bildirisi hazırlanmıştır. Bu bildiri içerdiği maddeler gereği tüm insanlığı kapsamaktadır. Bildirinin 1.maddesinde bütün insanları doğuştan eşit, hür ve bağımsız olarak nitelemektedir. Diğer maddelerinde de yönetimin gücünü halktan alması, keyfi arama ve yakalamanın yasaklanması, adil yargılamanın olması, serbest seçim ve basın özgürlüğüne yer vermesi bakımından önemlidir. 4 Temmuz 1776 yılında bağımsızlığını ilan eden koloniler, Bağımsızlık Bildirisinde Virginia haklar Bildirisine atıfta bulunmuştur. Bu dönemde Hobbes, Locke ve Rousseau’nun ortaya koyduğu toplum sözleşmesi kuramlarında ortak olan yön halkın can ve mal güvenliğinin devlet tarafından güvence altına alınmasıdır. Bu üç düşünürün fikirleri yönetim anlayışı bakımından çelişmektedir. Thomas Hobbes’a göre toplum sözleşmesi insanlar ile güvenli ve barış içinde bir yaşam sağlamak amacıyla yapılmıştır. Hobbes Bu sözleşmeyi sağlayabilecek sınırsız yetkilerle donatılmış bir hükümdar olması gerektiğini savunmaktadır. Hobbes o dönemde güçlü bir mutlak monarşinin olmasının daha güvenli bir ortamda yaşanacağını savunmaktadır. Rousseau ise Hobbes’un kuramından farklı olarak yönetimi krala devretmektense, egemenliğin millete devredilmesinin daha düzgün bir yönetim anlayışının olduğunu savunmaktaydı. Fransız devrimine de ilham kaynağı olmuştur. John Locke ise devletin sadece halkının can ve mal güvenliğini sağlanması ve hak ve özgürlükleri korumakla sınırlı bir devlet yönetimi öngörmüştür. Bu görüş insan hakları ile ilgili gelişmeleri önemli ölçüde etkilemiştir. Üç düşünür kendi dönemlerine ait toplum sözleşmelerini açıklamaya çalışmışlar ve toplumları etkilemişlerdir. Günümüzün modern devletlerinin toplum sözleşmeleri ise anayasalarıdır. 16 ve 17. Yüzyıllarda özellikle Avrupa’da meydan gelen bilimsel ve siyasal düşüncenin gelişmesi birçok yeniliklerin artmasına Sanayi Devrimi ile beraber ekonomik faaliyetlerin yükselmesine sebep olmuştur. Sanayi Devrimi’nin koşulları insan haklarının gelişmesine yol açmıştır. Fransız ihtilali ile Yeni Çağ sona ermiş Yakın Çağ başlamıştır. Fransız İnsan ve Vatandaş hakları Bildirgesi on dokuz maddeden oluşmaktadır. Bu bildirinin amacı ayrıcalıkları kaldırılarak, eşitlikçi ve demokratik bir düzen kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde de ilk madde olarak bütün insanların özgür ve eşit haklara sahip olarak dünyaya geldiğini ve o şekilde yaşadığını söylemektedir. Bütün bildirilerde tüm dünya insanlarının doğuştan gelen haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini ve devletlerin bu hakları koruması gerektiğinden bahsedilmektedir. 20. yüzyılın başlarında insan hakları ile ilgili çalışma görülmemiştir. 1945 yılında İkinci Dünya Savaşının bitmesi birçok kaybın meydana gelmesi ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi amacıyla Uluslararası örgüt kurma gereksinimi ihtiyacı duyulmuştur. Devletlerin iç meselesi gibi gözüken konular Uluslararası platforma taşınmıştır. Birleşmiş Milletler 2. Dünya Savaşının yıkımlarının bir daha yaşanmaması ve ülkelerin bir daha sıcak çatışmaya girmelerini engellemek için 26 Haziran 1945’te 50 devlet tarafından imzalanarak Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Şuan BM de 191 üye devlet bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 10 Aralık 1948 yılında 48 devletin olumlu 8 devletin çekimser oyuyla kabul etmiştir. İEHB bütün insanların haklarını ve onurunu koruyan ve evrensel değerler içeren bir belgedir. 30 maddeden oluşan Bildiri’nin ön sözünde insan haklarının evrensel niteliği vurgulanmıştır. Bildirinin bu denli hızla yayılmasının sebebi 2. Dünya Savaşında meydana gelen insan hakları ihlalleridir. İkinci Dünya Savaşında milyonlarca insan ölmüş ve insanlar türlü işkencelerle maruz kalmıştır. Nazi Almanya’sı iki savaş arası dönemde Alman olmayanlara karşı soykırım faaliyetlerinde bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi savaş sonrasında yaşanan büyük acıların tekrardan yaşanmaması için yapılmış ve yaptırım gücü olan bir belgedir. Roma’da imzalanan AİHS on devletin onaylamasıyla 3 Eylül 1953’te yürürlüğe girmiştir. Türkiye 10 Mart 1954’te sözleşmeyi onaylayarak imzalamıştır. AİHS içerik bakımından İEHB’den daha dar bir kapsamda yazılmıştır. AİHS insan haklarının korunması amacıyla Sözleşmeyi imzalayan devletlere sözleşmede belirtilen temel hak ve özgürlükleri vatandaşlara sağlamak ve korumak hususunda bağlayıcılık yüklemiştir. ARAP BAHARI SONRASINDA SURİYE Arap baharı 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlamış ve bölgedeki dengelerin değişmesine yol açmıştır. Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’ de hükümetler değişirken Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde devlet dışı aktörler bölgenin istikrarını olumsuz etkilemiştir. Irak ve Suriye’de meydana gelen olaylar terör örgütlerinin artmasına ve IŞİD terör örgütünün uluslararası alanda tanınmasına sebep olmuştur. Suriye’nin İnsan haklarına bakış açısına baktığımızda son 40 yıldır aynı aile tarafından yönetilen ve ülkede muhalif partilere karşı yürütülen baskı ve şiddet yüzünden insan haklarının tam anlamıyla uygulandığından bahsedemeyiz. Suriye’nin Uluslararası İnsan Hakları belgelerine üye olmasına rağmen Tadmur Cezaevi ve Hama katliamlarını gerçekleştirmesi insan hakları ihlallerini göstermektedir. Muhaliflerin yanında; Müslüman Kardeşler ve Kürtler yapılan baskılara maruz kalmışlardır. Mart 2011’de başlayan ve kanlı şekilde devam eden Arap Baharının Esed’in ifade ettiği gibi dış güçler tarafından organize edilen terörist eylem olduğunu söylemek tek bir bakış açısıyla doğru olmaz. Bu tepkinin sebebinin 40 yıl süren baskı rejiminin geri dönüşü olduğundan da bahsedilmelidir. Arap Baharı esnasında yapılan gösterilere hükümet şiddet kullanarak bastırması baskı rejiminden bıkan halk bu sefer isyan etmeye akabinde de iç savaş çıkmasına sebep olmuştur. Bu dönemde yapılan gözaltına alınmalar ve tutuklamalar esnasında işkence ve kötü muamele yapılmış. İnsan hakları örgütleri bu ihlalleri kınamışlar fakat etkili olmamıştır. Uluslararası örgütler özellikle BM ve AB yaşanan bu insanlık suçu karşısında somut adımlar atmamakta ve iç savaşın uzun bir süre çözüme kavuşacağı beklenmemektedir. Mart 2011’den bu yana Suriye’de insanlık dramı yaşanmaktadır. Arap Baharı sonrası ülkede meydana gelen şiddet ve ölümler insan haklarının her geçen gün daha da kötüye gitmesine sebep olmaktadır. Suriye’de başlayan bu olaylar neticesinde yoğun şekilde insan hakları ihlalleri ve savaş suçları hala devam etmektedir. Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevi raporlarına göre, Suriye’deki iç savaştan dolayı Arap Baharının başından günümüze kadar ölenlerin sayısı 200 bini aşmış, 6 milyon 500 bin Suriyeli evlerini boşaltarak ülke içinde mülteci durumunda yaşamak zorunda kalmış ve 4 milyon Suriyeli ise ülkelerini terk ederek komşu ülkelere mülteci olarak sığınmışlardır. Aynı zamanda Suriye’de ki iç karışıkların devam etmesi sürecinde 2.7 milyon çocuk okula gidememektedir. Ülke iç savaş yüzünden insani yardıma muhtaç bir hale gelmiştir. SONUÇ Suriye Hafız Esed zamanında olduğu gibi bugünde İnsan Haklarına değer vermeyen bir ülke olmuştur. Hafız Esed’in kurmuş olduğu baskı kültürü ve muhaliflerin üzerinde kurduğu baskıdan dolayı ülke yönetim olarak Cumhuriyet olsa da babadan oğula geçen bir monarşik yapıya dönüşmüştür. Beşar Esed ılımlı bir yapıda olmasından dolayı birçok yenilik yapmış bir kısım baskıları kaldırmış fakat Arap baharı sürecini engelleyememiştir. Gösteriler en ağır şekilde bastırılmaya çalışılmış ve ülke kaotik bir duruma sürüklenmiştir. Suriye’de her geçen gün yüzlerce insan iç savaş, kötü muamele, işkence, açlık, hastalık, vb. sebeplerle ölmektedir. Ülke harap ve bitap düşmüştür. Büyük devletlerin değişen tutumları ve uluslararası aktörlerin çeşitliliği yüzünden iç savaş uzun bir süre daha devam edeceği gözükmektedir. Kitlesel göçlerle nüfuslar değişmekte ve sayısız mülteci komşu devletlerin kapısında savaşın bitmesini beklemektedir. Savaşın uzaması ve şiddetlenmesi daha fazla mülteci gelmesine sebep olacak ve komşu devletlerin üzerine yük olarak kalacaktır. Devletlerin terör örgütlerine müdahale etme bahanesiyle destekledikleri örgütler savaşın uzayıp gitmesine devam etmektedir. Büyük devletlerin (ABD, Rusya ve Çin) bölgede amaçlarının bulunması ve izledikleri dış politikasındaki tutarsızlık yüzünden bölgedeki etkin güç olan Türkiye’nin zor durumda kalmasını sağlamaktadır. Bu bilgiler ışığında Suriye’de yaşanan olayların bazıları abartılsa da sivil yerlerin bombalanması ve kimyasal madde kullanılması hem insan hakları ihlalini hem de savaş suçunu teşkil etmektedir. Bu olay Suriye’nin kendi iç işlerinde olan problemlerden çıkıp Uluslararası bir konuma intikal etmiştir. Bu kapsamda Birleşmiş Milletler tüm devletlerin katılımıyla toplanıp İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ışığında Suriye’de yaşanan insanlık dramına müdahale etmesi gerekir. Ve neticesinde savaş suçlularının Uluslararası hukukta yargılanarak yaptıklarının cezasını çekmelidir.
 Kaynakça
AKILLIOGLU, T. (1989). AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESI VE İÇ HUKUKUMUZ'. "A1HS ve İç Hukukta Değeri" konulu Panel'. Bozbeyoğlu, E. (2015).
 MÜLTECİLER VE İNSAN HAKLARI. Ankara: Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar Dergisi. Canyurt , D. (2015).
Suriye Gelişmeleri Sonrası Suriyeli Mülteciler: Türkiye'de Riskler.
Kırgızistan: AKADEMĐK BAKIS DERGĐSĐ. GEMALMAZ, M. S. (tarih yok).
Tarihselliği Bağlamında İnsan Hakları. GÖKBURUN, İ. (2007).
 TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ve İLKÖĞRETİM DERS KİTAPLARINA YANSIMASI. Afyon: Yüksek Lisans Tezi. Güçtürk , Y. (2014).
 İNSANLIĞIN KAYBI SURIYE’DEKI İÇ SAVAŞIN İNSAN HAKLARI BOYUTU.
Ankara: Seta. Kara , U. (2014).
İNSAN HAKLARI VE KAMU ÖZGÜRLÜKLERİ. Eskişehir: ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde. Milletler, B. (1948). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi.
ÖZER, D. (2016). İNSAN HAKLARININ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN KURUMSAL YAPISI İÇİNDE KORUNMASI. İzmir: İşletme Fakültesi Dergisi. Semin, A. (2015).
Suriye Krizindeki İç Dinamikler: ÖSO-IŞİD-PYD Denklemi.
 İstanbul: Bilgesam. Şen , Y. (tarih yok).
 Suriye’de Arap Baharı. Ankara: Yasama Dergisi. Tangör, B. (2001).
Avrupa Birliğinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Ankara: Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi. Ünal , Ş. (1994). İnsan Haklarının Tarihi Felsefi ve Hukuki Temelleri. Ankara: Ankara Barosu Dergisi. Yeşil , F. (tarih yok). İnsancıl Hukuk Açısından Suriye İç Savaşı. Ankara: Yasama dergisi.

İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE AVRUPA’DA SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT

İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE AVRUPA’DA SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT
 ÖZET
 Bu makalede Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcındaki dönemde Avrupa’da meydana gelen ekonomik ve sosyal hayat anlatılacaktır. Birinci Dünya Savaşının Avrupa’da meydana getirdiği güç dengeleri ve İkinci Dünya Savaşının başlama nedenleri aynı zamanda tartışılacaktır. 1. Dünya Savaşının sebep olduğu Avrupa’da meydana gelen ekonomik sıkıntılara değinilecektir. Birinci dünya savaşının mağlup devletlerinden olan Almanya Versay anlaşması ile büyük yükümlülükler altına girmiştir. Bu dönemde karışık ortamı fırsat bilen totaliter rejimler yükselişe geçmiş ve İkinci Dünya Savaşı kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu dönemde sosyalizm ve milliyetçilik gibi akımlar ön plana çıkmıştır.
 Anahtar Kelimeler: Versay Anlaşması, Nazi, Faşizm,1929 Ekonomik Bunalım, Hiperenflasyon
 ABSTRACT
 This article will explain the economic and social life that took place in Europe during the beginning of the Second World War from the end of the First World War. The power balances of the First World War in Europe and the reasons for the beginning of the Second World War will also be discussed at the same time. The economic troubles that took place in Europe, where the First World War was caused, will be explained. With the Treaty of Versailles of Germany, which is one of the defeated states of the first world war, it is under great obligations. In this period, totalitarian regimes that had the opportunity to experience the mixed environment had gone up and the Second World War became inevitable. Currents such as socialism and nationalism came to the forefront in this period.
 Key words: Versailles Treaty, Nazi, Fascism, 1929 Economic Crisis, Hyperinflation
GİRİŞ
 Siyasi tarihte iki savaş arası dönem denilince aklımıza 1. Dünya Savaşının bitiminden 2. Dünya Savaşının başlangıcı arasında kalan ve yaklaşık 20 yıllık süre gelmektedir. Tüm dünyayı etkileyen ve sonuçları ağır olan Dünya savaşları Avrupa’da birçok kayıplara yol açmıştır. Bu savaşlar neticesinde özellikle milliyetçilik sosyalizm ve liberalizm gibi akımlar ön plana çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşını kaybedenlerinden olan Almanya, Versay Barış Anlaşması ile ağır yükümlülüklerin altına sokulmuş ve savaşamayacak duruma getirilmiştir. Versay anlaşmasının ağır şartları Alman ekonomik ve sosyal hayatının çökmesine neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşının nedenlerine baktığımızda karşımıza yine Versay Anlaşmasının ağır şartlarını ve Nazi partisi lideri olan Hitler’in Almanya’yı eski gücüne tekrar kavuşturma umudu olduğunu görürüz. İki savaş arası dönemde dikta rejimlerinin yükseldiğini ve devlet yönetiminde önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Birinci Dünya Savaşı neticesinde milyonlarca insanın ölmesi ve Avrupa’nın harap olması büyük devletlerin bu konuda bir takım önlemler alması gerektiğini anlamıştır. Savaşın başlamadan önlenebilmesi ve barışçı yollarla çözülmesine katkı sağlanması için Milletler Cemiyeti kurulmuştur. Avrupalı Devletler 1. Dünya Savaşının yaralarını sarmaya çalışırken bir yandan da ekonomik kalkınmalarını sağlamaya çalışmışlar, herhangi bir savaş durumuna karşın savunma sanayiini geliştirmeye uğraşmışlardır. Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan ve Kurtuluş Savaşı mücadelesi veren Türkiye bu dönemde denge politikası uygulayarak 2. Dünya Savaşına girmemiş ve 1. Dünya Savaşı sonrası ekonomisini düzeltmeye çalışmıştır. Türkiye bu dönemde anlaşmalara üye olmaya çalışmış ve Uluslararası platformda kendisine yer bulmaya çalışmıştır. VERSAY ANLAŞMASI VE SONRASINDA ALMANYA Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya ile Versay, Avusturya ile Sen Germen, Macaristan ile Triyannon, Bulgaristan ile Nöyyi ve Osmanlı Devleti ile Sevr barış anlaşması imzalanmıştır. Yenik devletler bu anlaşmalarla büyük yükümlülükler altına sokulmuş ve savaş edemeyecek duruma gelmişlerdir. Versay Anlaşması ile Almanlar aşağılanmış ve ekonomik olarak ağır yükümlülükler altına sokulmuştur. Bu anlaşma ile Alsas- Loren Fransa’ya Poznan ile Batı Prusya Polonya’ya, Open Molmedi ve Monşo Belçika’ya, Almanya’nın Afrika ve uzak doğuda ki sömürgeleri elinden alınmıştır. Almanlar toplamda 400 milyon mark tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Birinci Dünya Savaşının bitiminde Versay Anlaşması ile büyük yükümlülükler altına giren Almanya, Fransa ile iyi ilişkiler kurmak istemiştir. Stresemann 1925 yılının Şubat ayında İtalya, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın katılımlarıyla saldırmazlık paktını Fransa’ya teklif etmesiyle görüşmeler başlamıştır. 16 Ekim 1925 de adını aldığı Locarno’da bu pakt imzalanmıştır. Locarno anlaşması Almanya’nın tekrardan Uluslararası işbirliğine katılması bakımından çok önemli bir anlaşmadır. Fransa ve Belçika bu anlaşma ile sınırlarını garanti altına almıştır. Bu anlaşma ile batı sınırları garanti altına alınırken doğu sınırları yani Çekoslavakya ve Polonya sınırları teminat altına alınmamıştır. Locarno Anlaşması Versay Anlaşmasını kuvvetlendiren değil aksine zayıflatan bir anlaşma olmuştur. Almanya bu anlaşma ile sadece batı sınırlarına teminat vermiş doğu sınırları için garanti vermemiştir. Bu dönemde diğer bir önemli anlaşma ise Almanya ve Sovyetler Birliği ile imzalanan Rapallo anlaşmasıdır. Rapallo anlaşması ile iki tarafta karşılıklı olarak diplomatik ilişkiler kurmakta ve iki devlet savaşın sonuçlarından vazgeçmeyi taahhüt etmekteydiler. Sovyetler Birliği Almanya’nın imzaladığı Lacorna anlaşmasından memnun olmamıştı. Sovyetler Birliği, Almanya’nın Batı ülkelerine yakınlaşmasını ve Milletler Cemiyetine girmesi neticesinde ilişkilerin bozulacağını düşünmekteydi. Sovyetler Birliği Almanya’yı elinden kaçırmamak için Rapallo Anlaşmasının üzerine yeni bir Anlaşma imzalanması kararlaştırıldı. Bu Anlaşmaya göre taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğeri tarafsız olacak ve taraflardan birine mali ve ekonomik yaptırım uygulanacak olursa diğer devlet buna katılmayacaktı. Almanya Locarno Anlaşması esnasında Sovyetlere karşı uygulanacak yaptırımlara katılmayacağını bildirmiştir. Bu anlaşma neticesinde Sovyetler Birliği Almanya’nın Batı Blokuna katılıp kendisine saldırmasını önlemiş oldu. Sovyetler- Alman ilişkileri Hitlerin iktidara geçmesine kadar devam etmiş fakat bundan sonra ilişkiler bozulmuştur. Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand Fransa’ya ABD tarafından prestij sağlamak için Associated Press aracılığıyla ABD halkına savaşı kanun dışı ilan eden karşılıklı taahhütte bulunmalarını teklif etmiştir. ABD, yapılan Fransız teklifinden hoşnutsuzluk duyduğunu belirtti. Çünkü ABD Fransa’ya hiçbir şekilde saldırmamaya söz verdiği takdirde Fransa’nın karşısında ittifakta bulunmamayı da garanti ediyor ve kendisini hukuken bağlamış bulunuyordu. Diğer bir konu ise Fransa’nın teklifinin diplomatik yollarla değil de basın ile yapılmış olmasıydı. Amerika’nın tepkisi ilk önce yavaş oldu. ABD ”savaşı bir milli politika aleti olarak kullanmaktan vazgeçme” taahhüdünün iki ülke arasında değil bütün dünya ülkeleri arasında yapılacak bir anlaşmanın daha uygun olacağını ileri sürdü. İngiliz ve Fransız hükümetleri böyle geniş çapta bir taahhüdü kabullenmekte tereddüt ettiler. Fakat kamuoylarının baskısına dayanamayıp kabul etmek zorunda kaldılar. Briand-Kellogg Paktı dokuz devlet arasında (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya) imzalandı. Bu anlaşma ile devletler savaşı milli politikalarına alet etmeyeceklerini, çözüm için savaş yolunu seçmeyeceklerini, anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözmeyi taahhüt etmekteydiler Briand-Kellogg Paktı bütün dünyaya getirdiği barış ortamı dolayısıyla iki savaş arası dönemin en önemli bir olayını teşkil etmiştir.
 İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE EKONOMİ
 Birinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölmesine sebep olmuş ve Avrupa’daki sosyal ve ekonomik hayatında derinden etkilemiştir. Savaşın etkileri sadece Avrupa ile sınırlı kalmamış tüm dünyayı olumsuz etkilemiştir. Birinci Dünya Savaşı galip ülkelerinden olan İngiltere savaş öncesi dönemdeki refah düzeyine ulaşamamış ve bu dönemde İngiltere’de yüksek oranda işsizlik görülmüştür. Fransa ise savaştan harap düşmüş ülkesini imar edebilmek için büyük kamu harcamaları yapması gerekmesi ekonomik kalkınmasını engellemiştir. 1920’li yıllarda Almanya, Versay Anlaşmasının koşullarıyla zor durumda bulunan ve yüksek miktardaki savaş tazminatlarını ödemek zorunda bırakılan bir ülke konumundaydı. Ülke içinde enflasyonun artmasıyla ve işsizlik oranlarının artması ile ülke hiperenflasyon döngüsüne girmiştir. 1920’li yılların sonlarında ekonomi konusunda bir düzelme görülse de 1929-1933 arası meydana gelen ekonomik bunalım neticesinde ekonomi sıkıntılı bir sürece girmiştir. Sovyetler Birliğinin nüfusu 1914’te 171 milyonken, 1921’de 132 milyona inmiştir. Nüfusu Birinci Dünya savaşı, devrim ve iç savaş yüzünden azalmıştır. Polonya’nın Finlandiya’nın ve Baltık devletlerinin kaybedilmesi neticesinde pek çok sanayi kuruluşlarını kaybetmiştir. 1920’lerin sonlarına doğru Sovyetler Birliğinde çok ağır bir ekonomik canlanma görüldü. Lenin 1922 yılında ülkenin kendi kaynaklarını harekete geçirmek için Yeni Ekonomik Politikayı ilan etti. Bu politika ile köylülerin ve tacirlerin serbest mal satmasına izin verdi. Lenin’in 1924 yılında ölmesiyle yerine Stalin geçti. 1928 yılında ilk beş yıllık kalkınma planını uygulamaya koydu. Tarım alanında uygulamaya konan bu plan köylülerin zorunlu kolektifleştirme hareketiyle sağlandı. Köylüler hayvanlarını ve topraklarını birleştirmeye zorlandı. Rus köylüleri kolektifleştirmeye şiddetle karşı çıktılar. Bu tutumları 1930’ların başında tarım bunalımına sebep oldu. 1932’de Stalin ilk beş yıllık hedeflerine dört buçuk yılda ulaştı. Rusya’nın uyguladığı planlı ekonomi sanayide hızlı bir gelişme sağladı. Bu dönemde ABD’de halk kentlerde yaşamaya başlamış ve taksitle satış sayesinde otomobil gibi mallar geniş kitlelere ulaşmıştı. Savaş, başta ağır sanayiyi silah ve motorlu taşıt imalatını canlandırmış ve yeni üretim teknikleri ve teknolojinin kullanılması üretim hızını artırmıştı. 1920’li yıllarda Amerikan ekonomisi hızla büyüdü ve borçlanmaya dayalı bir tüketim patlaması bu dönemde yaşandı. Bu dönemde savaştan çıkan Avrupalı devletler ülkelerini imar edebilmek için ABD bankalarından borç para aldılar. 1929’da New York borsasının çökmesi ile Amerikan ekonomisinin yükselmesi sona ermiş oldu. Bu olay bütün dünyada büyük bunalım veya büyük buhran olarak anıldı. Bunalımın etkileri uzun bir süre devam etti. Kriz sanayileşmiş ülkelerde daha şiddetli görüldü. Bu dönemde çoğu ülkelerde şiddetli işsizlik sayısında artış meydana geldi. Krizin faturası Başkan Hoover yönetimine kesilmişti. 1920’lerde hüküm süren liberal ekonomi anlayışına göre devlet ekonomiye müdahale etmemeyi uygun görmüştü. 1929 krizine müdahale etmemenin faturası oldukça ağır olmuştu. Kara Perşembe olarak anılan 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. Bunun neticesinde binlerce banka batmış ve insanların malvarlıkları yok olmuştu. Hoover yönetiminin ekonomi anlamındaki başarısızlığından sonra yerine Franklin D. Roosevelt geçti. Roosevelt 1933 yılında bir New Deal politikası başlattı. Amerikan ekonomisi tarihinde ilk kez devlet müdahalesine maruz kaldı. Savaş sonrası dönemde burjuvanın önemini yitirdiğini ve milliyetçilik hareketlerinin ön plana çıktığını görmekteyiz. Dikta rejimlerinin bu dönemde ekonomik sıkıntıları kullanarak hükümetleri ele geçirdikleri gözümüze çarpmaktadır.
 TOTALİTER REJİMLERİN YÜKSELİŞİ
 Faşizm kelime anlamı Roma’da birlikten güç doğduğunu simgeleyen bir baltaya bağlanmış sopa demetinden gelmektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra Benito Mussoli’nin 1922’ de iktidarı kazanmasıyla faşizm İtalya’nın resmi ideolojisi haline gelmiştir. İtalya Birinci Dünya Savaşına yeni sömürgeler elde etmek için katılmış fakat umduğu sonucu bulamamıştır. İtalya savaştan galip devlet olarak çıkmasına rağmen hiçbir avantaj sağlayamamıştır. İtalya’da işsizilik artmış ve liberal ve komünizm gibi akımlar önem kazanmıştır. Benito Mussolini bu karışık ortamdan yararlanarak 29 Ekim 1922’de başbakan olmuştur. Benito Mussolini ilk işi muhalefeti ortadan kaldırmak olmuştur. Faşizmin İtalya’da egemen olması Avrupa’da diktatörlük rejimlerinin kuvvetlenmesini sağlamıştır. Mussolini İtalyan senatosunda yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Şunu söylemek cesaretine sahip olmamız gerekir ki, İtalya bir tek denizde ebediyen kapanıp kalamaz, bu deniz Adriyatik olsa bile. Adriyatik’ten başka Akdeniz vardır” Mussolini o dönemde güçlü olanın haklı olduğuna inanıyor ve fikirlerini kabul ettirmenin yolunun saldırgan bir tavırla olacağına inanıyordu. Mussolini dış politikadaki tutumu saldırgan bir milliyetçilik anlayışı sergilemiştir. Mussolini dış politikadaki saldırgan tutumunu her fırsatta sergilemeye devam etmiştir. Mussolini ilk olarak Yugoslavya ile Fiume sorununu halletmiştir. İtalya’nın dış politikada güç kullandığı ikinci ülke Yunanistan olmuştur. Arnavutluk- Yunanistan arasındaki sınır meselesiyle ile ilgilenmek için kurulan komisyon üyelerinin Yanya’da öldürülmesi üzerine İtalya Yunanistan’dan 50 milyon liret tazminat ve suçluların cezalandırılmasını istemiştir. Yunanistan bu koşulları gerçekleştiremeyince Korfu Adası İtalya tarafından işgal edilmiştir. Milletler Cemiyeti Yunanistan’ın özür dilemesine ve 50 milyon liret tazminat ödemeye zorlaması üzerine İtalya adayı terk etmiştir. İtalya Balkanlardan sonra gözünü Afrika’ya dikmiştir. 1896 yılında topraklarına katmaya çalıştığı Habeşistan ile (bugünkü Etiyopya) ilgilenmeye başlamıştır. Habeşistan- Somali sınırındaki çatışmaları bahane eden İtalya Ekim 1935’te Habeşistan’ın Adowa ve Adigrat şehirlerini bombalayarak Habeşistan’ı işgal etmeye başlamıştır. Milletler Cemiyeti İtalya’yı kınamaktan öteye geçememiş ve Habeşistan’ın iyi direnmesine rağmen İtalya 1936 işgal etmiştir. İtalyan Faşizminin temel özelliğine bakacak olursak lider bir diğer ifadeyle “Duçe Mussolini” önderliğinde saldırgan ve milliyetçi bir yönetim anlayışıdır. Amaçları Roma İmparatorluğunu tekrardan canlandırmaktır. Diğer bir totaliter rejim ise Almanya’da görülmüştür. Almanya’da 1. Dünya Savaşının sonunda askeri bir ayaklanma sonucunda imparatorluk yıkılarak yerine Cumhuriyet yönetimi kurulmuştur. Almanya’nın savaşı kaybetmesi ve sonucunda Versay anlaşması imzalaması Alman ekonomisini kötü yönden etkilemiştir. Weimer Cumhuriyet yönetiminin iç ve dış politikadaki başarısızlığı, ekonomik önlemler almadaki yetersizliği yüzünden işsizlik büyük oranda artmış ve 1922 yılında Alman Mark’ının değerinin düşmesi halkın yaşamını zorlaştırmıştır. 1929 ekonomik bunalımında sanayi üretiminin düşmesi ve bütçede açığın artması ve savaş tazminatlarını ödemekte zorlanması Nazi partisini güçlendirmiştir. 1932 seçimlerinde en güçlü parti olarak seçimleri kazanan partinin 1933 yılında Hitler Başbakanı oldu. Hitler’in Başbakan olmasına Sovyet Rusya hoşnut olmamıştı. Çünkü batılı devletler Hitler’e karşı yumuşak davranmaları ve Hitler’i Rusya’ya karşı saldırtmak istemeleri Rusya’yı tedirgin etmekteydi. Hitler komünist ve sosyal demokrat milletvekillerinin olmadığı mecliste 4 yıl süre ile olağanüstü yetkiler alarak diktatörlüğünü ilan etti. Bunun üzerine Devlet başkanı olan Von Hindenburg’un ölümü üzerine bu makamı da şahsında birleştirerek Führer olmuştur. Kendisini “III. Reich” anılmaya başlamıştır. Hitler başa gelince önce rakip partileri ve önderleri saf dışı bıraktı ve daha sonra silahlı kuvvetleri kurarak Almanya’yı yeniden büyük bir devlet olarak kurmaya çalıştı. 1933 yılında Alman ordusu 100.000 askerden fazla olmamak durumundaydı. Hitler 7 tümen ordusunu gizli bir şekilde 21 tümene çıkarmak için gizli bir şekilde çalıştı. Bu dönemde Hitler hava kuvvetlerini ve tank birliklerinin tekrardan oluşturulması için gizli bir şekilde çalışmalar sürdürdü. 1935 yılında zorunlu askerlik getirilerek silahlı kuvvetler 36 tümene çıkarıldı. Almanya uçak üretiminde de büyük bir atılım yaptı 1932 yılında 36 olan uçak sayısı 1936 yılında 5112 sayısına ulaşmıştır. Bu dönemde Gestapo (Alman Gizli Servisi) hiçbir özgürlük gösterisine izin vermedi. Bu servis mahkeme kararı olmadan bile tutuklama yetkisine sahipti. Parti propaganda faaliyetlerine önem vermiştir. Dr. Goebbels tarafından oldukça etkili bir şekilde kullanılan propaganda faaliyetleri Almanya’yı tekrardan büyük devletlerarasında yerini almasını sağlamıştı. Toplumun her kesimini büyük idealler peşinde hedefe yönlendiren Hitler bu çabaları sayesinde kısa zamanda başarı elde etmesine rağmen İkinci dünya savaşında mağlubiyete uğramıştır. SONUÇ İki Savaş arası 20 yıllık bir süre zarfında birçok olay meydana gelmiş ve Avrupa’nın siyasi ve ekonomik yapısında büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Birinci Dünya Savaşının başlangıcında ki etkili olan büyük devletlerin, İngiltere ve Fransa’nın bu dönemde etkili olamadıkları ve denge politikası ile statülerini korumaya çalıştıkları görülmektedir. Bu dönemde milliyetçilik akımlarının yükselişi ve rejim değişikliklerinin ülkeleri İkinci Dünya Savaşına sürüklediği bir yapı ortaya çıkmaktadır. Saldırgan milliyetçilik ön plana çıkarken liberalizmin düşüşünü görmekteyiz. Birinci Dünya Savaşının bitmesinden sonra savaşın kaybedeni olan Almanya Avrupalı devletler tarafından cezalandırılmış ve ehlileştirilmeye çalışılmıştır. Uluslararası Anlaşmaların içine dahil edilmeye çalışılan Almanya ile iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. 1929 Ekonomik Bunalımı bu dönemde ülkelerin ekonomilerini zor duruma sokan ve zayıflatan önemli bir durumdur. Bu dönemde işsizliğin artması ve üretimin azalması ülkelerin ekonomik gücünü azaltmıştır. Ekonomik Buhran ABD’de başlayıp sanayileşmiş tüm ülkeleri etkilemiştir. İki büyük savaşın bu kadar kısa süre de çıkmasının sebebi olarak ekonomik sıkıntılar, ülkelerin değişen ideolojileri ve Almanya’nın kontrol altında tutulamamasını söyleyebiliriz. Bu dönemde gelişen teknolojiler ve savaş sanayiine yapılan yatırımlar ülkelerin ekonomilerini büyüttüğü ölçüde savaşın yaklaşmasını da hızlandırmıştır. Sosyalizm, liberalizm ve milliyetçilik gibi akımlar ülkelerin siyasi yapılarını değiştirmiş ve büyük ülkeler fikirlerini diğer ülkelerde yayma gereksinimi duymuşlardır. Avrupalı devletler sosyalizme karşı bir politika izleyerek Nazi Almanya’sının güçlenmesine bile göz yummuşlardır. Birinci Dünya Savaşının akabinde kurulan Milletler Cemiyeti etkili olamamış İkinci Dünya Savaşının çıkmasını bile engelleyememiştir. Büyük devletlerin oyuncağı olan Cemiyet tarafsız kararlar alamamıştır. Yaptırım gücünün olmaması karşısında güçlü devletler tarafından dikkate alınmamıştır.
 Kaynakça
Armaoğlu, F. (2014). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi. Timaş. Bakırtaş, İ., & Tekinşen, A. (tarih yok).
DÜNYA SAVAŞLARI VE BÜYÜK BUHRAN ARASINDAKİ ETKİLEŞİMİN EKONOMİ POLİTİĞİ. Çelikçi, A. S., & Kakışım, C. (2013).
 İTALYAN FAŞİZMİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ. Muş: Muş Alparslan Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Dergisi. ERTAN, A., & ÖZGÜN, T. (2016).
 I. DÜNYA SAVAŞI’NIN ARDINDAN YENİDÜNYA DÜZENİNE DOĞRU: 1919 PARİS BARIŞ KONFERANSI. Ankara: Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi-2016 / I. Dünya Savaşı’nın Üzerinden…. Kennedy, P. (2001). Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşeri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Kıran, A. (2008). Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş. KKTC: GAU J. Soc. & Appl. Sci.,. McNeill, W. H. (2002). Dünya Tarihi. Ankara: İmge Kitabevi. Mete, A. S. (tarih yok). HİTLER ALMANYASI: Propaganda’nın Gücü. İstanbul. Şahin , N. O., & Bakırtaş, İ. (2000). Dünya Savaşı Arasındaki Dönemde Dünya Ekonomik ve Siyasi Dengelerdeki Değişmeler. Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Yalçın, A. (tarih yok). Faşizmin Doğuşu. Liberal Düşünce Dergisi.

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI  ÖZET  Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam...