Wikipedia

Arama sonuçları

9 Mayıs 2017 Salı

THOMAS HOBBES VE JEAN-JACQUES ROUSSEAU: DOĞA DURUMU VE TOPLUM SÖZLEŞMESİ KURAMININ KARŞILAŞTIRILMALI ANALİZİ

ÖZET
            Bu makalede toplum sözleşmesi kuramı ve doğa durumu, Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau’nun görüşleri doğrultusunda karşılaştırılacaktır. Bu iki filozofun yaşayışları, yaşadıkları dönemi ve ideolojileri karşılaştırılmalı olarak tartışılacaktır. Toplum sözleşmesi kuramının özünde insanların her istediğini yapmaya hakkının olmadığının ve insanların kendi arasında sözleşme yapıp, haklarının devlet ve otoriteye devrettiği bir sözleşmedir. Thomas Hobbes’a göre doğa durumu herkesin herkesle savaşıyken, Jean-Jacques Rousseau ise insanlar arasındaki eşitsizliği ele almaktadır.
Anahtar Kelimeler: Doğa durumu, toplum, doğal hukuk, toplum sözleşmesi, monarşi, demokrasi
ABSTRACT
            In this article, the contract theory and the state of nature, be compared in accordance with the opinion of Thomas Hobbes and Jean-Jacques Rousseau. The lives of these two philosophers, the period they lived and the ideologies will be discussed in a comparative way. The essence of the social contract theory is that people do not have the right to do whatever they want, and that a contract is made between people and their rights are transferred to the state and authority. According to Thomas Hobbes's state of nature while everybody everyone war, and Jean-Jacques Rousseau tackles inequalities between people.
            Keywords: Nature, society, natural law, social contract, monarchy, democracy
GİRİŞ
            Doğa durumu denilince ilk aklımıza Grotius, Hobbes, Locke, Rousseau gibi düşünürler gelmektedir. “Lucius’a Yirminci Mektup”unda insanların devletin doğuşundan önce yaşadıkları doğa durumunda, eşit, mutlu ve masum bir yaşam sürdürdüklerini söylerler.[1]   Seneca bu dönemde toplumsal yaşamın düzenlenmesi için ne otoriteye ne de yasalara ihtiyaç olduğunu savunmaktadır. Hooker’ a göre “hiçbir sivil toplumun olmadığı zamanlar” diye tanımladığı doğa durumundan toplumsal yaşama geçişi “rıza” kavramına dayanarak açıklamaktadır.[2] Grotius’a göre doğası gereği toplumsal ve rasyonel olan, bu yüzden de bir doğa yasasına bağlı bulunan insan, toplum öncesi doğa durumunda, yani hiçbir egemen otoritenin var olmadığı bir durumda otorite eksikliğinden dolayı, sürekli yasa ihlalleriyle, bir kaos ya da kargaşa hali içinde yaşar.[3] Doğa durumu olarak adlandırılan devletsiz bir toplumda hayatın nasıl olacağının betimlemesi; egemen gücün olmaması Seneca döneminde mutluluk kaynağı iken günümüzde kaos ve kargaşaya sebep olmaktadır.
            Klasik doğal hukuk ve sözleşme teorilerinin ilk belirtileri eski Yunan’da sofistlere kadar gitmektedir. Epikuros, tarih görüşü içine, sözleşmeye dayandırdığı bir "devlet kuramı" yerleştirmiştir. Bu kurama göre, önceleri ortak çıkar anlayışı olmadan birbirleriyle uğraşan insanlar, zamanla ortak çıkar duygusuna sahip olup, tehlikeleri birlikte önleyip, birlikte çalışarak daha fazla haz ve mutluluk elde etmek amacıyla, bir sözleşmeyle devleti kurmuşlardır.[4] Kralın dünyevi iktidar alanı içerisinde bile sadece dini-politik topluluğun temsilcisi olmakla sınırlandığını dile getiren Aquinalı Thomas, kral ile uyrukları arasındaki ilişkiyi modern toplum sözleşmesinin terimleriyle düşünmüş olmasa da bu ikisi arasında kralın otoritesini sınırlayan örtük bir sözleşme olduğunu düşünüyordu.[5] Tarihin her döneminde bir sözleşme yapma ihtiyacı hasıl olmuştur.
Thomas Hobbes
            5 Nisan 1588 yılında doğan Hobbes annesi onu, yenilmez İspanya armadasının saldırmak üzere İngiltere’ye gelmekte olduğunu söylentisinin yarattığı korku ve heyecanla 7 aylıkken doğurmuştur.[6] Hobbes doğa durumunu umutsuz ve ölüm korkusu temelli görmektedir. Hobbes “Leviathan” adlı kitabı en meşhur eseridir. Leviathan yazıldığı dönem itibariyle İngiliz İç Savaşına denk gelir.
            Hobbes, Tanrı’yı bile özellikle olağanüstü bir beden olarak kavrayan tutarlı bir materyalisti.[7] O dünyayı mekanik bir sistem olarak betimlemektedir.
            Hobbes’a göre insanlar doğası gereği eşit haklara sahiptirler. Tüm haklarıyla eşit olan insanların oluşturduğu bir “doğa durumu”nda devlet ve otorite kavramları bulunmamaktadır. Her ne kadar insanlar eşit olsa da, insanlar arasında çıkar çatışması ve güç kavgasının olmasının neticesinde düşmanlık oluşmaktadır. Bedensel güç bakımından zayıf olan kişi ya gizli bir düzenle ya da kendisi ile aynı tehlike altında olan başkalarıyla birleşerek en güçlüyü öldürmeye yetecek kadar güçlüdür.[8] Hobbes “Eşitlikten güvensizlik doğar” ve “Güvensizlikten savaş doğar” tezini savunmaktadır.[9] Bu durumdan da anlaşılacağı üzere güvensiz bir ortamın doğal sonucu savaştır. İnsan doğası gereği üç temel kavga nedeni bulunur; birincisi rekabet, ikincisi güvensizlik, üçüncüsü de şan ve şereftir. Bu kavga nedenlerinin ilki kazanç, ikincisi güvenlik ve üçüncüsü de şöhret uğruna mücadele etmeye iter.[10] Yönetim ve otorite olmaksızın insanlar çok tehlikeli şartlar altındadır.[11]
İnsanlar arasında doğa durumuna, herkesin herkesle savaşına son verilmesi, akla uygun biçimde karşılıklı güvenin sağlanması insanların bir araya gelip yaptıkları toplum sözleşmesi ile olmuştur.[12] Hobbes’a göre insanlar tüm haklarını kendisini yönetebilecek bir güce bu sözleşmeyle devretmelidirler. Buradan da anlaşılacağı üzere insanların sözleşme yapma ihtiyacı doğa durumundan gelen korku öğesinden gelmektedir. Hobbes’a göre güvensizlik ortamı insanların sözleşme yapma ihtiyaçlarını doğurmuştur.
Hobbes monarşiyi savunma gibi amacı yoktur, asıl amaç anarşiden korunmaktır.[13] Hobbes’ a göre devletin olmaması, monarşiden daha kötüdür. Bu kapsamda Hobbes’un siyasi düşüncesinin monarşi dememiz yanlış olmaz. Hobbes’un savunduğu monarşiye göre egemen güç, otorite bütün yetkileri kendisinde toplamıştır, yani kuvvetler ayrılığı ilkesi geçerli değildir. Hobbes’a göre kuvvetler ayrılığı ilkesi krallıkları bölmektedir.
Hobbes’a göre devletin yönetiminin egemen bir otoriteye bırakılması ve bunun monarşi olması, Hobbes’un hayatı boyunca maruz kaldığı korkunun asıl sebebidir.
Jean-Jacques Rousseau
            Jean-Jacques Rousseau 1712 yılında Cenevre’de doğmuştur. Cenevre, o dönemde Püriten ahlak anlayışının yerleştiği bir kenttir. Rousseau da Püriten ahlaktan aldığı etki onu yalınlıktan, ilkellikten, eşitlikten yana olan düşüncelerini belirlerken, Püriten ahlaka karşı tepkisi, özgürlükçü görüşlerini ortaya çıkarmıştır.[14] Rousseau’nun eseri olan İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’nda doğa durumunu anlatmıştır. Doğa durumunda, iyi kötü, adaletli adaletsiz gibi kavramlar söz konusu olamaz, çünkü insanların birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları yoktur.[15] Hobbes’un doğa durumunun temelinde herkesin herkesle savaşı varken Rousseau’nun doğa durumunda insanlar arasında herhangi bir savaş yoktur.
Rousseau’ya göre insanı hayvanlardan ayıran en önemli şey akıl sahibi olmasından ziyade özgür olmasıdır. Geleceği hiç hesaba katmayan, ne olduğunu kavrayamadığı ölümden korkmayan doğal insan sadece acıdan sakınır. Hemcinsleriyle, kaynak kıtlığının yol açtığı istisnai durumlar dışında, savaşması için bir neden bulunmamaktadır. Doğası gereği aylaktır, sadece kendi doğal istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için çalışır.[16]
Rousseau  insanların doğa durumundaki belirsizlikten bir sözleşme ile kurtulabileceğini savunmaktadır. “Üyelerinden her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun” toplum sözleşmesinin çözüm yolunu bulduğu ana sorun budur.[17]
Rousseau’nun toplumsal sözleşme kuramının özü eşitliktir. Rousseau’ya göre insanlar tüm haklarından feragat ederek genel idarenin üstünlüğünü kabul etmiş olurlar. Herkesin tek tek haklarını devretmesiyle ortaya, toplumu yönetecek olan “genel irade” denen ortak bir güç çıkmaktadır. Böyle bir iradeye bütün toplum katılmış, katılmayan toplum dışında kalmıştır.[18] Toplum sözleşmesi yapıldıktan sonra, toplumun üyeleri genel iradeye itaat ile kendilerine itaat etmiş olacaklar, haklarının ve özgürlüklerinin tümünü devretmiş olmakla birlikte tüm haklarından ve özgürlüklerinden yararlanmaktan geri kalmayacaklardır.[19]Rousseau’nun sözleşmesinin Hobbes’un toplum sözleşmesinden farklı noktası bireylerin hem yönetici hem de yönetilen pozisyonunda olması aynı zamanda özgür olmalarıdır.
Rousseau devletin temellerini toplum sözleşmesinin varlığı ile açıklamaya çalışmıştır. Rousseau toplum sözleşmesi kuramında halkın kendi kendini yönetmesi olarak açıklamaktadır.  Hiçbir yönetim demokrasi ya da halk yönetimi kadar iç savaş ve karışıklıklara elverişli değildir. Çünkü demokrasi kadar durmadan biçim değiştirmeye alabildiğine kayan, varlığını korumak için de daha çok uyanıklık ve yiğitlik isteyen hiçbir yönetim yoktur.[20]  Rousseau demokrasinin hiçbir zaman ulaşılamayacak bir ütopya olduğunu ve bunun insanların tam anlamıyla ulaşılabilir olmadığından şu şekilde bahseder: Bir tanrılar ulusu olsaydı, demokrasi ile yönetilirdi. Böylesi olgun bir yönetim insanların harcı değildir.[21]
Sonuç
            Bu makalede ele alınan iki filozofun devlet yapılarını ortaya koyma çabaları dönemin şartlarına ve yaşadıkları yerlere göre değişkenlik göstermektedir. İç savaşları gören Hobbes’a göre bu monarşi olurken, Rousseau’da demokrasiyi savunmuştur.
            İki filozofta ortak olan “doğa durumu” kavramı insanların istemediği bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır,  ve bunun neticesinde insanların kendilerini emniyete almak için sözleşme yaptıklarını görmekteyiz. Hobbes’a göre bu sözleşme de tüm hakların egemen olanda toplanmasıyken, Rousseau ‘ya göre egemenliğin halkın kendisinde olduğunu söylemektedir.
            Toplum sözleşmesi neticesinde en iyi devlet modeli Hobbes’ a göre mutlak monarşi, iken Rousseau’ ya göre cumhuriyettir. Bu filozofların düşünceleri sonraki düşünürlere de devlet yönetimi kapsamında ışık tutmuştur.
            Bu makale ışığında günümüz devlet yönetimlerinde bu iki filozofun etkilerini görmekteyiz. Belli bir döneme kadar Hobbes’un fikirleri dünya siyasetine yön verirken, günümüz siyaset teorilerinde Rousseau’nun fikirlerinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
CEVİZCİ, A. (2009). Felsefe Tarihi. Bursa: Say Yayınları.
HOBBES, T. (2007). Leviathan. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
ROUSSEAU, J.-J. (2012). Toplum Sözleşmesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
ŞENEL, A. (1995). Siyasi Düşünceler Tarihi. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
THOMSON, D. (2002). Siyasi Düşünce Tarihi. Metropol.




[1] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi s.201
[2] CEVİZCİ Ahmet Felsefe Tarihi s.247
[3] CEVİZCİ Ahmet Felsefe Tarihi s.251
[4] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi  s.179

[5] CEVİZCİ Ahmet Felsefe Tarihi  s.205
[6] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi  s.318
[7] THOMSON David Siyasal Düşünce Tarihi  s.71
[8] HOBBES Thomas Leviathan  s.92
[9] HOBBES Thomas Leviathan s.93
[10] HOBBES Thomas Leviathan s.94
[11] THOMSON David Siyasal Düşünce Tarihi s.74
[12] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi s.324
[13] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi  s.327
[14] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi  s.356
[15] ŞENEL Alaeddin Siyasal Düşünceler Tarihi s.359
[16] CEVİZCİ Ahmet Felsefe Tarihi  s.454
[17] ROUSSEAU  Jean-Jacques Toplum Sözleşmesi s.14
[18] ŞENEL Alaeddin Siyasal düşünceler tarihi s.362
[19]  ŞENEL Alaeddin Siyasal düşünceler tarihi s.362
[20] ROUSSEAU  Jean-Jacques Toplum Sözleşmesi s.64
[21] ROUSSEAU  Jean-Jacques Toplum Sözleşmesi s.64

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI

ARAP BAHARI SONRASI SURİYE’DE KAYBOLAN İNSAN HAKLARI  ÖZET  Bu makale de Suriye’de 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar azalmadan devam...