ÖZET
Bu makalede toplum sözleşmesi kuramı
ve doğa durumu, Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau’nun görüşleri
doğrultusunda karşılaştırılacaktır. Bu iki filozofun yaşayışları, yaşadıkları
dönemi ve ideolojileri karşılaştırılmalı olarak tartışılacaktır. Toplum sözleşmesi
kuramının özünde insanların her istediğini yapmaya hakkının olmadığının ve
insanların kendi arasında sözleşme yapıp, haklarının devlet ve otoriteye
devrettiği bir sözleşmedir. Thomas Hobbes’a göre doğa durumu herkesin herkesle
savaşıyken, Jean-Jacques Rousseau ise insanlar arasındaki eşitsizliği ele
almaktadır.
Anahtar Kelimeler:
Doğa durumu, toplum, doğal hukuk, toplum sözleşmesi, monarşi, demokrasi
ABSTRACT
In this article, the contract theory
and the state of nature, be compared in accordance with the opinion of Thomas
Hobbes and Jean-Jacques Rousseau. The lives of these two philosophers, the
period they lived and the ideologies will be discussed in a comparative way.
The
essence of the social contract theory is that people do not have the right to
do whatever they want, and that a contract is made between people and their
rights are transferred to the state and authority. According
to Thomas Hobbes's state of nature while everybody everyone war, and
Jean-Jacques Rousseau tackles inequalities between people.
Keywords:
Nature, society, natural law, social contract, monarchy, democracy
GİRİŞ
Doğa durumu denilince ilk aklımıza
Grotius, Hobbes, Locke, Rousseau gibi düşünürler gelmektedir. “Lucius’a
Yirminci Mektup”unda insanların devletin doğuşundan önce yaşadıkları doğa
durumunda, eşit, mutlu ve masum bir yaşam sürdürdüklerini söylerler.[1]
Seneca bu dönemde toplumsal
yaşamın düzenlenmesi için ne otoriteye ne de yasalara ihtiyaç olduğunu
savunmaktadır. Hooker’ a göre “hiçbir sivil toplumun olmadığı zamanlar” diye
tanımladığı doğa durumundan toplumsal yaşama geçişi “rıza” kavramına dayanarak
açıklamaktadır.[2]
Grotius’a göre doğası gereği
toplumsal ve rasyonel olan, bu yüzden de bir doğa yasasına bağlı bulunan insan,
toplum öncesi doğa durumunda, yani hiçbir egemen otoritenin var olmadığı bir
durumda otorite eksikliğinden dolayı, sürekli yasa ihlalleriyle, bir kaos ya da
kargaşa hali içinde yaşar.[3]
Doğa durumu olarak adlandırılan devletsiz bir toplumda hayatın nasıl olacağının
betimlemesi; egemen gücün olmaması Seneca döneminde mutluluk kaynağı iken
günümüzde kaos ve kargaşaya sebep olmaktadır.
Klasik doğal hukuk ve sözleşme
teorilerinin ilk belirtileri eski Yunan’da sofistlere kadar gitmektedir.
Epikuros, tarih görüşü içine, sözleşmeye
dayandırdığı bir "devlet kuramı" yerleştirmiştir. Bu kurama göre, önceleri
ortak çıkar anlayışı olmadan birbirleriyle uğraşan insanlar, zamanla ortak
çıkar duygusuna sahip olup, tehlikeleri birlikte önleyip, birlikte çalışarak
daha fazla haz ve mutluluk elde etmek amacıyla, bir sözleşmeyle devleti
kurmuşlardır.[4]
Kralın dünyevi iktidar alanı
içerisinde bile sadece dini-politik topluluğun temsilcisi olmakla
sınırlandığını dile getiren Aquinalı Thomas, kral ile uyrukları arasındaki
ilişkiyi modern toplum sözleşmesinin terimleriyle düşünmüş olmasa da bu ikisi
arasında kralın otoritesini sınırlayan örtük bir sözleşme olduğunu düşünüyordu.[5]
Tarihin her döneminde bir
sözleşme yapma ihtiyacı hasıl olmuştur.
Thomas Hobbes
5 Nisan 1588 yılında doğan Hobbes
annesi onu, yenilmez İspanya armadasının saldırmak üzere İngiltere’ye gelmekte
olduğunu söylentisinin yarattığı korku ve heyecanla 7 aylıkken doğurmuştur.[6]
Hobbes doğa durumunu umutsuz ve ölüm korkusu temelli görmektedir. Hobbes
“Leviathan” adlı kitabı en meşhur eseridir. Leviathan yazıldığı dönem
itibariyle İngiliz İç Savaşına denk gelir.
Hobbes, Tanrı’yı bile özellikle
olağanüstü bir beden olarak kavrayan tutarlı bir materyalisti.[7] O
dünyayı mekanik bir sistem olarak betimlemektedir.
Hobbes’a göre insanlar doğası gereği
eşit haklara sahiptirler. Tüm haklarıyla eşit olan insanların oluşturduğu bir
“doğa durumu”nda devlet ve otorite kavramları bulunmamaktadır. Her ne kadar
insanlar eşit olsa da, insanlar arasında çıkar çatışması ve güç kavgasının
olmasının neticesinde düşmanlık oluşmaktadır. Bedensel güç bakımından zayıf
olan kişi ya gizli bir düzenle ya da kendisi ile aynı tehlike altında olan
başkalarıyla birleşerek en güçlüyü öldürmeye yetecek kadar güçlüdür.[8]
Hobbes “Eşitlikten güvensizlik
doğar” ve “Güvensizlikten savaş doğar”
tezini savunmaktadır.[9]
Bu durumdan da anlaşılacağı üzere güvensiz bir ortamın doğal sonucu
savaştır. İnsan doğası gereği üç temel kavga nedeni bulunur; birincisi rekabet,
ikincisi güvensizlik, üçüncüsü de şan ve şereftir. Bu kavga nedenlerinin ilki
kazanç, ikincisi güvenlik ve üçüncüsü de şöhret uğruna mücadele etmeye iter.[10]
Yönetim ve otorite olmaksızın insanlar çok tehlikeli şartlar altındadır.[11]
İnsanlar
arasında doğa durumuna, herkesin herkesle savaşına son verilmesi, akla uygun
biçimde karşılıklı güvenin sağlanması insanların bir araya gelip yaptıkları
toplum sözleşmesi ile olmuştur.[12] Hobbes’a
göre insanlar tüm haklarını kendisini yönetebilecek bir güce bu sözleşmeyle
devretmelidirler. Buradan da anlaşılacağı üzere insanların sözleşme yapma
ihtiyacı doğa durumundan gelen korku öğesinden gelmektedir. Hobbes’a göre
güvensizlik ortamı insanların sözleşme yapma ihtiyaçlarını doğurmuştur.
Hobbes
monarşiyi savunma gibi amacı yoktur, asıl amaç anarşiden korunmaktır.[13] Hobbes’
a göre devletin olmaması, monarşiden daha kötüdür. Bu kapsamda Hobbes’un siyasi
düşüncesinin monarşi dememiz yanlış olmaz. Hobbes’un savunduğu monarşiye göre
egemen güç, otorite bütün yetkileri kendisinde toplamıştır, yani kuvvetler
ayrılığı ilkesi geçerli değildir. Hobbes’a göre kuvvetler ayrılığı ilkesi
krallıkları bölmektedir.
Hobbes’a
göre devletin yönetiminin egemen bir otoriteye bırakılması ve bunun monarşi
olması, Hobbes’un hayatı boyunca maruz kaldığı korkunun asıl sebebidir.
Jean-Jacques
Rousseau
Jean-Jacques
Rousseau 1712 yılında Cenevre’de doğmuştur. Cenevre, o dönemde Püriten ahlak
anlayışının yerleştiği bir kenttir. Rousseau da Püriten ahlaktan aldığı etki
onu yalınlıktan, ilkellikten, eşitlikten yana olan düşüncelerini belirlerken,
Püriten ahlaka karşı tepkisi, özgürlükçü görüşlerini ortaya çıkarmıştır.[14] Rousseau’nun
eseri olan İnsanlar Arasındaki
Eşitsizliğin Kaynağı’nda doğa durumunu anlatmıştır. Doğa durumunda, iyi
kötü, adaletli adaletsiz gibi kavramlar söz konusu olamaz, çünkü insanların
birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları yoktur.[15]
Hobbes’un doğa durumunun temelinde herkesin herkesle savaşı varken Rousseau’nun
doğa durumunda insanlar arasında herhangi bir savaş yoktur.
Rousseau’ya göre insanı hayvanlardan ayıran en
önemli şey akıl sahibi olmasından ziyade özgür olmasıdır. Geleceği hiç hesaba katmayan,
ne olduğunu kavrayamadığı ölümden korkmayan doğal insan sadece acıdan sakınır.
Hemcinsleriyle, kaynak kıtlığının yol açtığı istisnai durumlar dışında,
savaşması için bir neden bulunmamaktadır. Doğası gereği aylaktır, sadece kendi
doğal istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için çalışır.[16]
Rousseau insanların doğa durumundaki belirsizlikten bir
sözleşme ile kurtulabileceğini savunmaktadır. “Üyelerinden her birinin canını,
malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki,
orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem
de eskisi kadar özgür olsun” toplum sözleşmesinin çözüm yolunu bulduğu ana
sorun budur.[17]
Rousseau’nun toplumsal sözleşme kuramının özü
eşitliktir. Rousseau’ya göre insanlar tüm haklarından feragat ederek genel
idarenin üstünlüğünü kabul etmiş olurlar. Herkesin tek tek haklarını
devretmesiyle ortaya, toplumu yönetecek olan “genel irade” denen ortak bir güç
çıkmaktadır. Böyle bir iradeye bütün toplum katılmış, katılmayan toplum dışında
kalmıştır.[18]
Toplum sözleşmesi yapıldıktan sonra, toplumun üyeleri genel iradeye itaat ile
kendilerine itaat etmiş olacaklar, haklarının ve özgürlüklerinin tümünü
devretmiş olmakla birlikte tüm haklarından ve özgürlüklerinden yararlanmaktan
geri kalmayacaklardır.[19]Rousseau’nun
sözleşmesinin Hobbes’un toplum sözleşmesinden farklı noktası bireylerin hem
yönetici hem de yönetilen pozisyonunda olması aynı zamanda özgür olmalarıdır.
Rousseau devletin temellerini toplum sözleşmesinin
varlığı ile açıklamaya çalışmıştır. Rousseau toplum sözleşmesi kuramında halkın
kendi kendini yönetmesi olarak açıklamaktadır.
Hiçbir yönetim demokrasi ya da halk yönetimi kadar iç savaş ve
karışıklıklara elverişli değildir. Çünkü demokrasi kadar durmadan biçim
değiştirmeye alabildiğine kayan, varlığını korumak için de daha çok uyanıklık
ve yiğitlik isteyen hiçbir yönetim yoktur.[20] Rousseau demokrasinin hiçbir zaman
ulaşılamayacak bir ütopya olduğunu ve bunun insanların tam anlamıyla
ulaşılabilir olmadığından şu şekilde bahseder: Bir tanrılar ulusu olsaydı,
demokrasi ile yönetilirdi. Böylesi olgun bir yönetim insanların harcı değildir.[21]
Sonuç
Bu
makalede ele alınan iki filozofun devlet yapılarını ortaya koyma çabaları
dönemin şartlarına ve yaşadıkları yerlere göre değişkenlik göstermektedir. İç
savaşları gören Hobbes’a göre bu monarşi olurken, Rousseau’da demokrasiyi
savunmuştur.
İki filozofta ortak olan “doğa
durumu” kavramı insanların istemediği bir durum olarak karşımıza
çıkmaktadır, ve bunun neticesinde
insanların kendilerini emniyete almak için sözleşme yaptıklarını görmekteyiz.
Hobbes’a göre bu sözleşme de tüm hakların egemen olanda toplanmasıyken,
Rousseau ‘ya göre egemenliğin halkın kendisinde olduğunu söylemektedir.
Toplum sözleşmesi neticesinde en iyi
devlet modeli Hobbes’ a göre mutlak monarşi, iken Rousseau’ ya göre
cumhuriyettir. Bu filozofların düşünceleri sonraki düşünürlere de devlet
yönetimi kapsamında ışık tutmuştur.
Bu makale ışığında günümüz devlet
yönetimlerinde bu iki filozofun etkilerini görmekteyiz. Belli bir döneme kadar
Hobbes’un fikirleri dünya siyasetine yön verirken, günümüz siyaset teorilerinde
Rousseau’nun fikirlerinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
CEVİZCİ, A. (2009). Felsefe Tarihi. Bursa: Say
Yayınları.
HOBBES, T. (2007). Leviathan. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
ROUSSEAU, J.-J. (2012). Toplum Sözleşmesi.
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
ŞENEL, A. (1995). Siyasi Düşünceler Tarihi.
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
THOMSON, D. (2002). Siyasi Düşünce Tarihi.
Metropol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder